www.turkiyespot.com web sayfası kontrol panelleleri yardımlaşma forumları Forum Ana Sayfa www.turkiyespot.com web sayfası kontrol panelleleri yardımlaşma forumları
ucuz hosting domain kontrol panelleri yardımlaşma forumları
 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Açık Uyarı - Muhammed Ebu Said El-Yarbuzi l M.F.E.

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    www.turkiyespot.com web sayfası kontrol panelleleri yardımlaşma forumları Forum Ana Sayfa -> KALEM-KELAM
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
M.F.E.



Kayıt: 25 Hzr 2008
Mesajlar: 80
Konum: Administrator

MesajTarih: Prş Hzr 26, 2008 8:11 pm    Mesaj konusu: Açık Uyarı - Muhammed Ebu Said El-Yarbuzi l M.F.E. Alıntıyla Cevap Gönder

MUHAMMED EBÛ SAİD EL-YARBÛZÎ
(Mehmet Balcıoğlu) (1)
Muhammed Fatih Ergün
(1997)

Internet yayınında eklemeler yapılmıştır (2004)


Kimlik: Muhammed Ebû Said el-Yarbûzî (Mehmet Balcıoğlu)

Kişisel Bilgiler: Antalya ili, Akseki ilçesi, Yarpuz köyü doğumlu, halen aynı köyde mukîm.

Faaliyet Adresi: Kitap ve Sünneti İhya Yayınları, Fevzi Paşa Cad. Binâ Emîni Sok. 8/3 Fatih-İSTANBUL

İş Tel: 0212-631 34 76 Fax: 0212-631 34 75
E-Mail: ebusaid@hotmail.com

Konu: Kendisine değil sevenlerine ve bağlılarına AÇIK UYARI

İçerik: Cerh

Uyarı Sebebi: Yol üzerinde ezâ veren şeyleri kaldırarak insanlara iyilik yapmak (İslâmî bir ahlâktır, bu)

Tarih: Ekim 1997



NOTLAR

1. Bu çalışmada mezkur şahsın ilmi zaaflarını tespit ve tahkikten daha ziyade, kendisini deşifre amacıyla kişilik ve ahlaki zaafları üzerinde durulmuştur. Bu arada metodik, akidevî ve siyâsi zaaflarını deşifre etmeyi de ihmal etmedik. Ancak kendisi ve mensup olduğu akım (fırka) için yapılacak ayrıntılı ve ilmi bir cerh -ki bizce bu da yapılmalıdır- anlatmak istediklerimizin daha iyi anlaşılmasına vesile olacaktır.

2. Metni dip notlarıyla birlikte okumanız tavsiye edilir. Dipnotlar metnin sonundadır.


BİR / GİRİŞ BÖLÜMÜ

Şeytandan ve şeytanın yolunda olanlardan (2) Allah'a sığınırım.

İçinde yaşadığımız ortamın küfür ve dalâlet görüntüsünün dışında her hal üzere Allah'a hamd eder, küfür ve dalâleti görmezden gelip bir de bunu insanlara hoş gösteren gafillerden teberrî ederim.

Allah'ın elçilerine, âlemlere rahmet olarak gönderdiği (21/107) son Nebisine, O'nun ev halkına ve yakınlarına, seçkin sahâbelerine ve kıyâmete dek onların yolunu izleyecek tüm müslümanlara da salât, selâm ve hayır duâlar ederim.

Allah''ın Elçisi'nin emanet olarak bıraktığı ilahi mesajı (3) tahrif edip, muharref öğretilerini ve kanaatlerini (zann) insanlara gerçek din diye sunan Bel'âmlara ve bu arada özellikle hayatını Kitap ve Sünneti (taksitle) satarak idâme ettirenlere Allah'ın ilgili ayeti gereği ben de lâ'net ederim. Ki onlara Allah da lâ'net ediyor ve tüm lâ'net ediciler de lâ'net ediyorlar (2/159).

Ayrıca bu çalışmayı hazırlarken ve dağıtım listesinde isimleri yazılı şahıs ve firmalara gönde-rirken değil -ki bunu kendi rıza ve insiyatifimizle Allah'tan bir ödül bekleyerek karşılıksız olarak (meccânen) yaptık-, sadece böyle bir çalışma yaptığımızdan bilgi sahibi olman amacıyla sana gönderirken, -istemeyerek te olsa- sağ elimi kullanmak zorunda kaldığım durumlar için Allah'tan bağışlanma dilerim. Muhtemelen sana karşı tek hürmetim bu olmuştur. Umarım ki Rabbim bundan dolayı beni bağışlar.

Bundan sonra;

A) Bizim Hakkımızda:

1) Şunu bilmeni isterim ki, ben geleneksel bir İslâm anlayışına sahip cahil/müşrik bir aile ortamında, çocukluk yıllarımdan bu yana İslam'ı öğrenmeye ve yaşamaya çalışan bir kimse-yim. Sadece ve sadece bu amaçla çok çeşitli gurupların içerisine girdim, aralarında uzun süreler bulundum. Onların mesajlarını dinledim, zaman zaman öğretilerini sahiplendim ve bu gurupların içinde o gurupların mensubu olan insanlarla birlikte enerji harcadım, çaba ve gayret gösterdim. Dönemime özgü muhaliflerime karşı mücâdele verdim ve böylece yıllarım geçti-gitti. Bütün bunları yaparken samimiydim, İslam adına yapıyordum ve Allah'ın indirdiği hak dini arıyordum. Her seferinde "İşte şimdi hakkı buldum!" diye düşünüyordum.

Ne var ki daha sonraları yine bu gurupların hepsinin tek tek hatalarını, eksiklerini, zaaflarını ve açmazlarını da görüyordum. Gördüğümde de görmezden gelemiyordum. Maslahat hesapları yap(a)mıyor, hakkı (senin gibi) gizle(ye)miyordum. Yanlışları gördüğüm de hiç çekinmeden sahiplerinin yüzlerine haykırıyordum (4) Örtmeye, te'vil etmeye ve gizlemeye çalıştıklarında onları gücüm nisbetinde deşifre ettim (5) Bu uğurda da horlandım, hakir görüldüm, hakarete maruz kaldım, defalarca dostlarımı ve arkadaş çevremi kaybettiğim oldu, fakir düştüğüm zamanlar sahiplenilmedim, inandığım davayı tebliğ etmek ve mesajı götürmek için gittiğim ve misâfir olduğum dostlarımın evinden bile kovuldum (6) -ki sabık dostlarından olup, şimdilerde seni çirkin işlerin sebebiyle terk eden Ebû Abdullah bu söylediklerimin çoğuna şahittir-.

Bu arada, 'bu insanların yanlışları var' diye güzel yönlerini ve haklı oldukları tarafları da inkar etmedim, kendilerine ve guruplarına karşı adil ve mûtedil olmaya çalıştım; onlar hakkında Allah'tan korkmaya gayret ettim. Bu değerlendirmelerimde beşer olduğum için, hata ettiğim olmuşsa -ki olmuştur- bunlar hakkında da Allah'tan bağışlanma diledim ve halen de dilerim. Anlayacağın o ki, Hristiyan din adamları gibi dinin yetkisini, cennetin anahtarını kendi elimde görüp kibirli davranmadım, kendi çapımda küçük bir ilâh olmaya soyunmadım.

Aynı amaçla senin fırkandan olan insanlarla da diyalog ve yakın ilişkilerim oldu. Samimiyetine tereddütsüz inandığım ve ismini yukarıda zikrettiğim arkadaşın bana olan tebliğ ve öğretilerini o günkü kapasitemle doğru bulduğum için kabul ettim. Çünkü kendisini o günkü ölçülerim içerisinde kendimden daha seviyeli, yeterli ve anlattıklarını da "delilli" görüyordum; gerçekten de öyleydi. Ancak tıkandığı ve onun da fikri saplantılarının olduğu yerler gözümden kaçıyor da değildi. Kendisiyle çeşitli hoş birlikteliklerimiz oldu ve bu arada seninle tanıştık. O günlerde Suudi Arabistan yönetiminin resmî çizgisinde olduğunu itiraf etmekten çekinmediğim "selefî hareket" (7) bize bir hayli seviye kazandırmıştı. Çünkü mukallitlikten kurtulmuş ve yaptığımız işler hususunda Kitap ve Sünnetten delil aramaya başlamış-ık. Hurafelerini din edinenlerden yaptıkları işler hakkında delil istemeyi öğrenmiştik. Ve bu bizim için de çok hoş bir gelişme oldu. Kısacası mâzimizdeki selefî mezhebe mensup olduğuuz geçmişimiz bizim için hakka doğru bir sıçrama tahtası olmuştur. Allah'a şükürler ediyorum. Ancak bu sıçrama tahtasının üzerinden sıçramayıp ta (senin gibi) tahta üzerinde kendimizi mecbûri bir ikamete zorunlu görseydik maksud olan hakka asla ulaşamazdık, senin gibi de yerimizde sayardık, Allah'ı da kendimize kızdırmış olurduk (Hafazanallah).

Bütün bunlar bizim hak dini ararken geçirdiğimiz tekâmül süreci idi. Ben bu tekâmül sürecini Allah'ın bir lutfu olarak görüyorum. Çünkü farklı düşünceleri gördüm, insanları tanıdım. Her birisinden aldığım doğrular ve güzel hasletler olduğu gibi yine bu guruplarda ve bu gurupların mensubu olan insanların şahsında yanlışları da tanıdım. Belki bunların arasında kaybettiğimiz enerjiye, zamana, sömürülen duygularımıza, emeklerimize yazık oldu ama, bunun yanı sıra kazandığımız tecrübe ve bu gezintiler sonunda geldiğimiz en son noktadan dolayı da hem mutluyum, hem de Allah'a şükretme makamındayım doğrusu.

2) Bir gün geldi, (senin gibi) hakka karşı kulaklarımızın kepenklerini indirip dâimî düşünce tatili yapan tipte kimseler olmadığımız için Allah bize yardım etti ve selefî hareketin de açmazlarını ve tıkandığı yerleri fikir dünyamızda ve sözlü söylemlerimizde listeledik. Elbette buna da vesile olan insanlar da oldu (Cool. Ancak hiç şüphe yok ki bu Allah'ın bir ikramıydı (27/40) ve bunu kullarından dilediğine verirdi. Allah, hidayet istidadı olan kimselere zulmetmezdi, çünkü O âdil bir ilahtı, senin kendilerine kulluk ettiğin yeryüzündeki sahte ilahların gibi kullarına karşı asla zalim değildi (3/182).

Fırkanızın söz konusu açmazlarını ve tıkanıklıklarınızı gördüğümüzde de bunlara bigâne kala-mazdık elbette... Kalmamalıydık ve kalmadık; yüzünüze karşı defalarca gizli ve açık değişik ortamlarda hakkı haykırdık, Allah'a ve ilâhî değerlere değer verdiğimizden, türünüzün değişik versiyonları ile birlikte hepinizi tekfir ettik, tel'in ettik ve sizden teberrî ettik. Sonra da bunu ilân ettik. Bunları asla inkar edemezsin.

Bugün de anlamadığımız, anlayamadığımız, eksik anladığımız ve bu yüzden hata ettiğimiz yerler olursa -ki olabilir- yarın da bunları anladığımızda, bize anlatıldığında, yanlışlarımıza ve kusurlarımıza muttalî olduğumuz ortamlarda hiç kompleks ve kariyer hesapları yapmadan düzelteceğimize dair Allah'a ve bu satırları okuyan insanlara verilmiş bir ahdimiz olsun. Allah buna şahittir, insanlar da buna şahit olsunlar, sen de...(9) Ki bizim geçmişimizde de bunun sayısız örnek ve kanıtları vardır. (10)

Böylece bizi en son olarak özel cep telefonumuzdan aradığın gün (11) söylemiş olduğun "Mu-hammed, çok zaman geçmedi be... Çabuk değiştin!" şeklindeki sözüne karşı cevabımızı ve açıklamamızı da böylece öğrenmiş oldun.

3) Sana niçin böyle bir Açık Uyarı ihtiyacı duyduk? Bu kaçınılmaz bir gereksinimdi, dahası gecikmişti bile... Açık Uyarı'nın ilk sayısında vaadimiz vardı, Allah'ın yolunu arayan insan-arın yollarının üstüne tıpkı bir şeytan gibi oturup ta onlarla dört boyutlu ilişki kuran (7/16-17), böylece Allah ile kulları arasına iblisçe engeller kurmak isteyen ahiret katillerini Hindistan yöresindeki kutsal ineklere benzetmiştik ve onları deşifre edeceğimizi söylemiştik. Kendi çalışma tekniklerimize ve imkanlarımıza göre de bu tür kimseleri bir sıraya koymuş, Allah bize imkan verdikçe de tasarımlarımızı pratize etmeye başlamıştık. Gündem sebebiyle ilk sayıda Müslim Gündüz ve Aczimendîler dosyası, ikinci sayı da doküman ve belgelerimiz hazır olduğu için Prof. Dr. M. Es'ad Coşan ve tarikatı ile ilgili özel bir sayı ve şimdi üçünçü olarak ta (daha fazla gecikmemesini düşünerek) seninle ve fırkanla ilgili özel bir dosya hazırlamış bulunuyoruz. Mevlâ ne güzel günler gösteriyor, şükürler olsun.

Ayrıca şunu da sana hemen hatırlatmak isterim ki hakkımda su-i zann yapmış olmayasın. Bu çalışmayı sadece son telefon görüşmemiz üzerine hazırlamış değilim. En azından Kayseri'deki arkadaşlarla ve Tevhid Yayınları editörü Vahit Metin'le sağlamasını yapabilirsin. Kayseri'deki arkadaşlara önceki yıl Kurban Bayramı'nda böyle bir çalışma yapıyor olduğumu ve sırası gelince de yayınlayacağımı söylemiştim. Vahit Metin tam iki yıl öncesinden bu projemden haberdârdı. Sana da geçen yıl ki telefon görüşmemizde beni aradığında bizzat yüzüne karşı söylemiştim. Daha önceleri Tevhid Yayınları'nın "Basılacak Kitaplar Listesi"nde de ismin ve çalışmayla ilgili haber geçiyordu (12)

4) Böyle bir çalışma sonrası çok iyi biliyorum ki, benim kendisini yakînen tanıdığım ve ahlakını en az kendi ahlakım kadar bildiğim (13) Ebû Said Efendi kendisini tanıyan insanlar tarafından da çok iyi bilindiği gibi, bizi çeşitli şekillerde harcama yolunu seçecek, bizi sabote edecek, basite alacak ve hakkımızda gerektiğinde de iftira etmekten çekinmeyecek -ki kendisinin böyle bir günah kaygısı yoktur- kendince kamuoyu oluşturmaya çalışacaktır. Bunu hiçbir şekilde önemsemediğimizi belirtmek isterim. Hiçbir şekilde bizi yıldıramayacağını bu vesile ile açıkça sana ve insanlara ilân eder, Allah'ın günleri insanlar arasında dilediği şekilde döndürüp değiştirdiğini (3/140), bundan böyle senin hakkında da kamuoyu oluşturacak insanların artı az sayıda da olsa belirmeye başladığını hatırlatır ve işimi Allah'a bırakırım; çünkü O kullarını görendir (40/44).


B) Kendisi Hakkında

1) Seni ne kadar tanıdığımızı insanların merak edecekleri kesindir. Dahası seni seven, yapmacık bir şekilde düzenlediğin konuşma stiline, artistik hareketlerine ve gökkuşağı misâli rengârenk (sahte) görüntüne hayran olan ve henüz senden bir yanlış görmemiş kimseler belki de bizim olayı abarttığımızı, aşırı gittiğimizi ve sana iftirâ ettiğimizi bile düşüneceklerdir. Öncelikle bir kimse hakkında değer biçerken abartma yapmak bir müslüman olarak bize yakışmaz. İkinci olarak aşırı gitmenin yasaklandığından ve mûtedil olmanın bizlere tavsiye edildiğinden (2/143) haberimiz var. Üçüncü olarak iftira etmenin haram olduğunu, insanlara iftira edenlere dünyada ve ahirette cezâ verildiğini ve ebediyen şahitlik yapma haklarını (kişiliklerini) yitirdiklerini Allah'ın Kitabından okuduk/öğrendik (24/4). Bu yüzden böylesi kınanmış özelliklerin en azından bilerek ve iddialı olarak bizden sadır olmayacağını belirtmek isterim.

Seni ne kadar tanıdığımız konusuna gelince...

Hatırlarsın, 1991 yılında Türkiye'ye geldiğinde seninle "tanıştık". Bugün ise seni "tanıyorum". Bana göre bir insanla "tanışmak"la o insanı "tanımak" ayrı ayrı şeylerdir. İlişkilerimizin ilk günlerinde senin hakkında kalbi kanaatim belliydi. Ancak kalbi kanaatler hüküm noktasında delil olmuyordu. Kalbi kanaatlerimizi açık delillere dönüştürene kadar da seninle yakın ilişkiler kurmamız gerekmişti. Öyle yaptık, belirli bir süre görüştük ve ilişkilerimizi devam ettirdik. Bu amaca yönelik olan ilişkilerimiz sırasında senden hiç mi faydalanmadık? Elbette faydalandık, bunu da açık gönüllülükle itiraf etmek isterim. En azından Fatih'teki Kitap ve Sünnet satışları yaptığın büronda seni ziyarete geldikçe, bize Suudi Arabistan sultasının (dini tebliğ değil de) mezhep ihracı için meccânen dağıttığı kitapları cömertçe (!) hediye ettiklerini unutmak mümkün mü? Bu anlamlı espri bir yana, biz senden ilmî olarak ta yararlandık. Bu sözlerimin seni (14) ve hayranlarını ne denli mutlu edeceğini bildiğim için rızamla söylüyorum. Ne var ki haber adaleti olmayan insanlar benim daha önceleri söylediğim benzer içerikli bir sözü "Ben Ebû Said'in öğrencisiyim" dediğim şeklinde tahrif ederek piyasada konuşacaklardı ve sen de bu yalanın sözcülüğünü (belki de üretimini) yapacaktın da sana inanan bir tek kimse bile bulunmayacak, dahası benim muhaliflerim bile (15) böyle bir sözü asla benim söylemiş olamayacağımı sana söyleyerek beni tezkiye edecekler, seni ise yalanlayacaklardı.

Kısacası biz senden alacağımızı almış, seni tanımıştık. Ama ne yazık ki, bu arada sana vermek istediklerimizi(n hiçbirini) verememiştik. Çünkü senin kulaklarının duyduğu tek ses sadece kendi ağzından çıkanlardı. Kendi ses frekansının dışındaki tüm ses frekanslarına kulak alıcıların yabancı ve kapalıydı. Başka sinyalleri senin alıcılarına tanımlamak olanaksızdı. Sen sürekli konuşur ama hiç kimseyi asla konuşturmazdın. Bu rahatsızlığından tedavi olmak istemediğin için hiç kimse sana reçete de yazamamıştı, bu yüzden de farklı seslere sağır kalmaktan kurtulamamıştın. Şu an için sana Allah'tan acil şifalar dileyemiyorum, çünkü hasta kalmaya azmetmiş bir kimse için şifa talebinin fazlaca bir anlamı olmayacaktır. Korkarım ki, Allah ta hastalığını arttıracak, öylece göçüp gideceksin.

Ne ki, bu birlikteliğimiz üç yönden hayırlı ve faydalı oldu. Birincisi velev ki bir tek konuyu bile senin vesilenle kavramış olsak kesinlikle biz kârlıydık. Ben olaya böyle bakıyordum. İkincisi seni tanıdık ve şu an açıkça yalan söyleme ve yanılma korkusu olmadan seni tanıdığımızı söyleyebiliyoruz. Seninle olan ilişkilerimiz, "Biz Ebu Said'i çok iyi tanırız" demeye yaradı bugün. Üçüncü olarak senin gibi kişiliksiz, inandığı değerleri kişisel çıkarları uğruna satan, samimi insanlardan İslam'a hizmet etmek amacıyla aldığı paraları hevâsı, kişisel ve ailevi çıkarları uğruna sarf eden sefil ve müflis bir kimseyi (16) deşifre ederek insanlara iyilik yapmayı Allah bugün bize nasip etti. Çünkü sen insanların Allah'ı bulmak istedikleri yollar üzerinde ayaklarına takılan bir engelsin. İnsanlara yollarında eza veren şeyleri kaldırmak ise Rasulullah'ın bir sözünde ifade ettiği gibi iman alametidir (17)

2) Bu çalışmamızı inceleyen insanlar çalışmamızın başında zikr ettiğimiz çalışma konusunu merak edecekler ve "Neden Ebû Said'in kendisine değil de sevenlerine ve bağlılarına uyarı yapılıyor?" diye soracaklardır. Hemen söyleyelim ki öğüt ve uyarı sadece Allah'tan korkanlara fayda verir (87/9-10). Kur'an da Allah katından içi titreyerek korku duyanlara (huşu) bir öğüt olması için indirilmiştir (20/3). Allah'tan korkmayanlara ısrarla öğüt vermek Allah'ın mesajını zayi' etmek olur. Eğer senin de arınmaya niyetin olsaydı ve sende zerre kadar Allah korkusu alâmeti görseydik, hiç şüphe yok ki biz bu öğütten seni de istisna etmezdik. Hem niye edelim ki, sen Allah'tan korkan birisi olsaydın sana öğüt vermekle Allah'ın hidayeti eksilecek değildi ya!... Biz sadece "Öğüt ancak Allah'tan korkan kimseler içindir" diye buyuran Allah'a isyan etmemek için senden ve sana öğüt vermekten yüz çevirdik.

3) Bu arada okuyucularımızın aklına şöyle bir soru da gelebilir: "Madem durum böyle, neden bu Açık Uyarı'nın metinindeki üslub Ebû Said'e hitaben muhatap zamirleri ile yapılmıştır?" Bunun iki temel sebebi vardır: Birincisi böyle yapmakla mesajımızın daha iyi algılanması, ikincisi de sana hitap eden bir yazı metni ile seni deşifre edip, 'kargadan başka kuş tanımaz' tavırlar takınan birisine bu dünya hayatında haddini bildirmektir. Ahiretteki cezan (azap) ise bu dünya hayatında geçici değerlere tama' etmen sebebiyle kendisine kulluk yapmaktan yüz çevirdiğin Allah tarafından verilecek, bu cezan hafifletilmeyecek (2/83), ertelenmeyecek, azaptan kurtulmak için fidye vermek istesen bu fidye senden kabul edilmeyecektir (3/91). Ve kıyamet gününde Allah'ın seninle konuşmayacağını, seni tezkiye etmeyeceğini (2/174), senin yüzüne bakmayacağını (3/77), sana iltifat etmeyeceğini ve o gün orada seni kurtaracak hiçbir şefaatçi bulamayacağına (74/4Cool inanıyorum, eğer bu halin üzere ölürsen... Eğer bu hâlin üzere ölürsen, Şanı Yüce Allah'tan dilerim ki, kıyâmet gününde senin cezânın infâzına bizleri tanık kılar.

4) Neden Açık Uyarı metninde muhatap zamirleri kullanırken nezâket gereği kullanılması gereken "siz" ifadesini değil de bu ifadeden kısmen daha kaba sayılabilecek "sen" ifadesini kullanmayı tercih ettik? Edepli olmanın her zaman gerekliliğine inanmış, edepli olmaya elimden geldiği kadar gayret etmiş, bu özelliğimle iftihar etmiş ve fayda görmüşümdür. Bir başka itirafta daha bulunayım ki, edebi de bugün kendilerini nice nice uygunsuz halleri sebebiyle cerh ettiğimiz tasavvuf ehlinde görmüşümdür.. Ne radikal kesimde, ne senin oynadığın futbol takımında ve ne de bir başkasında... İstisnâlar elbette müstesnâdır. Ancak edepli olmanın gereğine inanmakla birlikte samimi olmanın da lüzumuna inanıyorum. Açıkça söyleyeyim, bu metni senden başkaları da okuyacak; onları aldatmak ve olduğumun dışında görünmek istemedim. Sana nezâketen "siz" diye hitap etmek içimden gelmezken -ki senden kelimenin tam anlamıyla duygularımda hiçbir abartı olmadan iğreniyorum- yapmacık tavırlar takınamazdım. Doğallığımı korumaya gayret ettim. Bu yüzden hitabımdaki muhatap zamirler sana karşı olan konuşma üslubumdaki gibi doğallığını korumuştur.


İKİ / KİŞİLİK SORUNLARI

1) Kelimenin tam anlamıyla ahlâksız bir adamsın. Sözlü söylemlerin, yazılı beyânların ve yazı biçimin (grofoloji ki, karakterini yansıtır) bunun kanıtı. Kitap ve Sünnet sadece senin sözlü söylemlerinde. Örnek aldığını söylediğin Rasulullah'ın ahlakı, kişisel yaşantısı ve sosyal ilişkileri ile seninkileri değil kıyaslamak, böyle bir kıyaslamayı düşünmek bile mümkün değil! Seni gereği gibi tanıyan birisinin Rasulullah'ı senden ve senin gibilerden tenzih etmesi kaçınılmaz bir görev ve Rasulullah (s)'a karşı bir vefa borcu olduğunu düşünüyorum (1Cool

Rasulullah'ı örnek almak ve O'nun sünnetini ihya etmek demek, abur-cubur Rasulullah'a isnat edilen her sözü hiçbir tahlil ve tenkide tâbi tutmadan muteber kaynaklarda yer alıyor diye sahiplenmek ve kabullenmek değil, bilakis O'nun bir hayat boyu uğruna mücadele ettiği Allah'ın vahyini pratik hayata aktarırkenki örnekliğidir. Ki Allah bunu bizler için örnek kılmıştır (33/21).

2) Üslubuna gelince öylesine yapmacıklıklarla ve şarlatanlıkla dolu ki, seni dinleyen herhangi bir kimsenin -eğer kalıcı bir gafleti ya da senden herhangi bir çıkarı yoksa- senden nefret edip, seni terk etmemesi asla mümkün değil. Bir kere yapmacıklık Kitap ve Sünnet'ten söz eden bir kimseye yakışmaz. Sana Rasulullah'ın konuşmasındaki sâdeliğini ve tekellüfsüz oluşunu hatırlatırım. Oysa sen konuşurken ne kadar da tekellüflüsün. Fakat kızdığın zaman açık veriyor, mâlum söz sanatının ustalıklarını sergileyemiyor ve öfkelendiğinde sesini yükseltip kabalaşarak doğal haline avdet ediyorsun. Bu arada jest ve mimiklerin de seni ele veriyor. Gören gözler bunu görüyor. Bu yapmacık üslubunla adeta illizyonistlik yapmak istiyorsun ama pek başarılıda olamıyorsun, çünkü senden başka herkes aptal değil, elbette!

3) İnsanlar arasında fesat çıkarmak yegane gayretin (19) Bunu sana açıkça söylediğimizde de hemcinslerin olan münafıkların gerekçelerini söylersin ve "Islah etmeye çalıştığını" iddia edersin (20) Oysa senin bu gayretlerinin arasında ne hakkı aramak vardır ve ne de öğrenme isteği. Sadece ve sadece nefsinin süfli arzularını başkalarını kullanarak tatmin etme gayreti.

4) İnsanlarla münakaşa etmek senin için yegâne bir tutku. Bu sende öylesine bir şehvet ki, orgazma ulaşamadığın zaman çıldırıyorsun ve ne yapacağını şaşıyorsun. Birleşik Dağıtım'a gidip oradaki sohbet ortamlarını provake etmek (21) ve Hikmet Zeyveli ile aranda geçen konuda (22) beni kullanmak istemen, kendisiyle tartışabileceğin ortamı hazırlamam için ben-den istekte bulunman da bu anlamda bir yönelişti. Oysa Hikmet Zeyveli ile aranda geçenler bence halledilmişbitmiş bir konuydu. Bu konuda da senin yalancı ve müfteri olduğunu düşünüyorum, kesinlikle.

Allah (cc)'tan korkmadan olayı saptırıyorsun. Her ikinizi de çok iyi tanıyorum. Kendisiyle olan ilişkinizi en başından bu yana biliyorum. Daha sen Avrupa'dayken kendisine ve o yıllarda Bursa'da çıkan Kelime Dergisi'ne gönderdiğin mektuplardan haberim var, fotokopileri de bizim vakfın arşivinde okumak isteyenlere açık olarak mahfuz duruyor. Ayrı ayrı her ikinizi de dinledim, belgeleri tahkik ettim. Aranızdaki konuyu adil bir şekilde değerlendirmek niyetinde olan bir kimse hiçbir şey yapmadan sadece ikinizin mektuplarını okusa hanginizin haklı hanginizin haksız, hanginizin ahlâklı, hanginizin de ahlâksız bir kimse olduğuna hemen karar verebilir. Bir kimsenin düşüncelerini beğenmesen ve kabul etmesen bile o kimseye karşı ahlaklı ve değerlendirmelerinde âdil olmak zorundasın. Bir kimsenin düşüncelerinin yanlış olması, sana o kişiye hakaret ve iftirâ etme hakkı vermez. Rasulullah'ın düşmanlarına karşı bile ne kadar ahlâklı, ne kadar dürüst ve âdil olduğunu bilmiyor musun? Kaldı ki mezkur şahsın öyle senin zu'm ettiğin gibi görüş ve düşünceleri yabana atılacak türden de değil!

Adamın söylemediği veya söylerken senin çıkarımını amaçllamadığı bir sözünü kendin (o bozuk dilinle) cümle haline getirerek insanlara "Böyle söyledi" diyorsun (23) Gittiğin her yerde gıyâbi infazlar gerçekleştiriyorsun (24) Bu arada hesap günü hiç aklına gelmiyor. Gün gelip yalanların ortaya çıkınca veryansın edip çeşitli çığırtkanlıklar yapıyorsun. Doğru sözlü olduğuna dair bana şahit gösterdiğin kimse (25) yıllar önce, üstelik aynı konuda, sana yüzüne karşı "Yalancı!" demiş ve şerrinden Hikmet Zeyveli'yi sakındırmak amacıyla (senin için): "Ağbi, bu adamla konuşma; bu adam samimi değil, sadece topuk kapmak için soru soruyor ve not alıyor" diyerek ona vaktiyle uyarılarda bulunmuş.

1986 yılında Belçika'dan Kelime Dergisi Editörü Murat Kapkıner'e gönderdiğin mektupta Hikmet Zeyveli'nin düşüncelerine karşı -ki sen bunları terbiyesizce herzelelik diye adlan-dırıyorsun- varolduğunu söylediğin Reddiyeler Serisi diye bir çalışmanın da mevcudi-yetine inanmıyorum. O yıllardan bu yana tam 11 yıl geçti ve Hikmet Zeyveli herzeleliklerine (!) devam ederek ümmeti saptırdı. Sen ise o yıllarda bu seriyi hazırlamıştın, o zaman seni bunun için finanse edecek insanlar da vardı; sonraları böyle birşey yapmak isteseydin imkanların daha da artmıştı. Neden bu Reddiyeler Serisi'ni yayınlayarak ümmeti aydınlat-madın ve Hikmet Zeyveli'nin şerrinden (!) sakındırmadın. Bunu yapamazdın, çünkü böyle bir çalışma ortada yoktu; sadece gürültü çıkararak ortalığı karıştırmak niyeti taşıyordun. Eğer sen samimiysen ve gerçekten böyle bir çalışman varsa, bu Reddiyeler Serisi'ni yayınla. Hikmet Zeyveli'nin de cevabi yazılarının birlikte yayınlandığı bir neşir çalışmasını ben finanse edeceğime söz veriyorum. Böylece insanlar hem Hikmet Zeyveli'nin herzeleliklerini (!) öğrensinler ve hem de senin Reddiyeler Seri'ni okusunlar. Mukayese ederek her iki düşünceyi de değerlendirsinler, (23) taraflar ve düşünceleri hakkında adil bir şekilde ve ilk ağızlardan karar versinler. Benim bu teklifimden sonra ise senin bunları yayınlamamak için artık hiçbir ma'zeretin kalmıyor.

5) İnsanlarla münakaşa etme gayretinde o insanlara hakkı ulaştırmak ya da eğer bilmiyorsan muhatab olduğun insanlardan hakkı öğrenmek gibi bir gayretin asla yok! Çünkü sen kendini sürekli hak'ta görüyor ve kendine hiçbir şekilde yanılma payı bırakmıyorsun. (24) Zaten senin içinde bulunduğun fırkanın zaaf dolu psikolojisi de bu değil mi? "Fırka-i Naciye: Kurtulmuş Topluluk!" Tıpkı yahudilerin "Ahiret yurdu bizimdir!" (2/94) ya da "Ateş bize sayılı günlerde dokunacaktır" (2/80) şeklindeki batıl iddiaları gibi. Oysa bir kimse hayatı boyunca hakkı aramalı, hiçbir zaman kendi konumundan ve geleceğinden emin olmamalı. Sende ise bu durumun tam tersi bir tavır sözkonusu.(25) Sonuç olarak sen Allah (cc)'ın kendilerini saptır-dığı ve gazab ettiği Ehl-i Kitab'ın yolunu adım adım izliyorsun.

"İnsan ne kadar da tartışmacıdır" (26) (18/54) buyuran Allah (cc) adeta seni murad etmiş sanki. Rasulullah (s)'da ümmetini putperestlikten nehy ettikten sonra tartışmadan nehy eder-ken senin gibi insanların şerrini düşünmüş olsa gerek!

6) İnsanlara hakaret edip onları aşağıladıkça basitleşiyorsun. (27) Bu üslubunla ne insanları kazanabilirsin ve ne de insanların gönüllerine girebilirsin. Tam tersi insanlar senden tiksinir ve yüzçevirir. (2Cool "Her şeyi ben bilirim" ayaklarına yatarak adeta ilahlığa soyunmak sana vebalden başka ne kazandıracak? Sünneti ihya iddiasında olan bir kimse Rasulullah (s)'ın sosyal ilişkilerindeki nezaketini biliyor olmalı! Ne var ki bu nezaket düzeyi belki de senin ömrün boyunca hiçbir zaman ulaşamayacağın bir makam.

Ayrıca hakaretlerinle birlikte insanları değişik şeytani taktikler kullanarak tahrik edip onları kendi arzu ettiğin saha üzerinde oynamaya icbar etmen de çok çirkin. Böylesi bir ahlak da seni oldukça çirkinleştirmiş.

7) İnsanları eğiterek, onların gönüllerini kazanarak, insanların akıllarına ve duygu dünyalarına hitab ederek, onlara güzel bir örnek olarak değil, insanların zaaflarını ve ihtiyaçlarını tesbit edip onları bu yollarla kafalamak istiyorsun. (29) Bu yaptığın adeta köpek ve kemik ilişkisi kurmak. Ben sosyal ilişkilerde bundan daha alçakça bir tavır bilmiyorum. Sen ise bu iğrenç tavrını İslam'ın kendilerine zekat vermeyi yasal kıldığı "Müellefetu'l-Kulub" (9/60) ile açık-lamak istiyorsun. Bu yaptığın da dini tahrif etmek ve kişisel zaaflarına İslam'dan kılıf bulmak gayretidir. Allah (cc)'ı ve O'nun ayetlerini senden ve senin tavırlarından tenzih ediyorum.

Cool Kişisel olarak ve İslam adına yaptığın yanlışları örtmek ve insanların gözünden gizleyebil-mek için önceleri tedlis yaptın, daha sonra ise tedlisle de yetinmeyerek açık yalanlar söylemeye başladın. Çünkü tedlis yapmak kusurlarını örtmüyordu. Delik büyük olduğu için yaptığın tedlisler yama olmaya yetmiyordu. Açıkça yalanlar söylemeye başladın. Defalarca söylediğin yalanları yüzüne vurdum. Sen ise yalan yere yemin etmekten ve la'netleşmekten bile çekinmedin. Yaptığın hayasızlıklardan dolayı hiç yüzün kızarmıyordu. Çünkü sende yüz diye birşey kalmamıştı.

Allah (cc) doğru söz söylemeyi emr etmiş, yalan söylemeyi haram kılmış ve yalanı ancak Allah (cc)'ın ayetlerini inkar edenlerin uyduracağını bize haber vermişti (16/105). Rasulullah (s) şakadan bile olsa yalan söylemeyi ümmetine nehy etmiş, bir mü'minin asla yalancı olamayacağını haber vermişti. Yalancılar Allah (cc)'ın yanında da, insanların yanında da sevilmeyen kimselerdi. Sen ise bütün bunları gözardı ettin. Göz ardı etmenin sebebi de şuydu: Çünkü işlediğin münkerleri başka türlü izah edemeyecektin. Ancak bu arada herşeyin tek tek açığa çıkacağı hesab gününü unutuyordun. Bu dünya hayatında yaptığın fahişeliklerden (30) dolayı kızarmayan yüzünün mahşer gününde Allah (cc)'ın ve insanların huzurunda kara çıka-cağını, Allah (cc)'ın senin yüzüne bakmayacağını unutuyordun.

Açık sözlü olduğum ve yüzüne karşı çekinmeden hakkı haykırdığım için beni harcamak istedin ve çeşitli şekillerde beni sabote ettin. Çünkü böyle yapmak senin kendilerinin yolunu adım adım izlediğin sultanların ve kralların ahlakıydı. Onlar yüzlerine yapılan eleştiriden rahatsız olurlardı. (31) Sen de bu ahlak ile ahlaklanmıştın. Öğüt dinleyip hatalarını düzelteceğin yerde samimi insanları harcama yolunu seçtin. Halen de yaptığın bu. Ancak şar-latanlık yaparak kendilerini aldatmak istediğin insanlar bugün seni de tanıyor, beni de... (32)

9) Göbeğine kadar bıraktığın sakal senin takvandan ve Rasulullah (s)'a benzemek istemenden kaynaklanmıyor. Allah (cc)'ı şahid tutarak söylerim ki insanları zahiri görüntünle aldatmak için böylesi rengarenk görüntülerin içerisindesin. Çünkü bunu takva ve Rasulullah (s)'a benzemek amacıyla yapıyor olsaydın kesinlikle önce ahlakını Rasulullah (s)'ın ahlakına ben-zetmeye çalışırdın. O büyük bir ahlak üzere (68/4) örnek bir Elçi (33/21) olarak bize gönde-rilmişti. Yüzünün kıllarına verdiğin önem ve gösterdiğin özen kadar, yalan söylememeye, iftira etmemeye, samimi insanların mallarını kişisel tasarrufun altında bulundurmamaya, (33) insanları kandırmamaya, İslam'ı geçimine alet etmemeye özen göstermemiş olman benim senin hakkındaki bu tezimi kanıtlamıyor mu?

10) Çifte standartlarla dolu bir insansın. Münker olarak gördüğün ve muhatab olduğun insan-lara münker diye nehy ettiğin işleri yakın çevrenden ve ev halkından olan insanlar işleyince onlara göz yumuyor, ses çıkarmıyor; dahası yaptıkları işi ticari kazanç vesilesi olarak gördü-ğün için tavır koymuyorsun. (34)

11) Arab ülkelerinden gelen paralarla öylesine rehavetin içerisine batmış ve uyuşuklaşmışsın ki, İslam adına hiçbir riskin altına girmek istemiyor ve fedakarlık göstermiyorsun. Tüm gayretlerin, dert ve tasan bu dünya hayatı için. İslami değerleri ihya etmek diye bir gayretin yok aslında senin. Kitab ve Sünneti İhya diye adlandırdığın şey sadece ve sadece Fevzipaşa Cad. Binaemini Sok. 8/3 Fatih'teki tabela. Tağutlardan ödün kopuyor. Asla rahatının bozul-mamasını istiyorsun. Bu uğurda samimi müslümanları bile kendi çıkarların için harcayabile-ceğini, tağuta satabileceğini düşünüyorum.

12) Samimi insanların Allah (cc)'ın dinine hizmet etmen amacıyla sana verdikleri paraları kişisel çıkarların uğruna harcarken hiç Allah (cc)'ı ve ahiret gününü düşünmedin. Yanında çalışan işçilerin bile senden muzdar kaldı. Abdurrahman Kurşunmaden'e borcun olan parayı "param yok" gerekçesiyle vermediğin günlerde -üstelik kendisi o günlerde hasta ve mağdur-du- özel çekmecenden o günün üç gün öncesinde Arab ülkelerinden gelen binlerce dolar değerindeki havalelerin dekontları çıktı. Ki bunlar da bizim vakfın arşivinde isteyenlerin istifadesine sunulmak üzere mahfuz beklemektedir.

Arabların gönderdiği paralarla Ümraniye'de vakıf amaçlı olarak satın aldığınız dairenin zimmetini tapu kayıtlarında "Bu para bana geldi, ben olmasaydım arablar bu parayı size göndermeyecekti" gibi basit bir gerekçe ile üzerine kayd ettirmek istedin. İleriye dönük hesabların belliydi. Ve bu hesablarının arasında tek olmayan şey Allah (cc) rızası idi. Ümraniye'deki arkadaşlar seni kısmen tanıyorlardı, bu vesileyle de daha iyi tanımış oldular ve uyanık davranarak dairenin mülkiyetini sana kaptırmadılar. (35)

Bu ahlakın yüzünden daha önce kader birliği yaptığın ve aynı akideyi paylaştığın insanlar seni terk etti. Avrupa'dan Türkiye'ye yıllık izine geldiklerinde bile seni görmek istemiyorlar şimdi. Bunu sana söylediğimde inkar ettin. Ve bana "Daha ben onların imamlarını yeni tayin edip Türkiye'ye döndüm" diye yalan söyledin. Oysa o tarihten çok önce onlar seni terk etmiş ve kendilerine Ebu Abdullah'ı imam olarak ta'yin etmişlerdi. (36) Belçika'dakilerin sana olan haklı menfi tavırlarını bildiğim için bu durumu Ebu Abdullah'ın bizzat kendisine sordum. İşte o zaman senin için "Kezzab" dedi.

Arablar saf insanlar. Fıtrat olarak mı bilemiyorum bir kimseye bağlandılar mı bir daha bırak-mazlar. Bu yüzden seninle olan ilişkilerini sürdürüyorlar. Senin emanet paralar üzerindeki şahsi tasarrufunu bilmediklerinden dolayı da ilişkilerini kesmiyorlar. Ancak ben seni onlara deşifre edeceğim. Öncelikle bu mektubun arabça versiyonunu onlara göndereceğim. (37) Da-ha sonra gerekirse o insanlara ulaşarak senin durumunu anlatacağım. Bu uğurda öylesine bir mücadeleye azm ettim ki, ne pahasına olursa olsun uğraşacağım; ya sen tevbe edip iyi bir müslüman olacaksın ya da dünyada ve ahirrette rezillik seni bekliyor. Bu uğraşımdan da hiçbir şekilde beni yıldıramayacaksın.

Söylediklerimin yalan ya da yanlış olduğunu piyasaya yayarak kendini tezkiye etme yolunu seçeceksen eğer, aşağıda sorduğum soruların cevablarını da aynı insanlara vermelisin:

a) Geçmişte birlikte olduğunuz insanlar bugün seni neden sevmiyorlar ve terk ettiler?

b) Arablardan İslam'a hizmet amacı ile hiç para aldığın oldu mu?

"Olmadı" diye cevab vereceksen,

c) Ümraniye'deki daireyi neyle satın aldınız?

d) İnegöl'lü müteveffa Orhan Özdemir (Enes)'in tedavisini neyle yaptırdınız?

e) Belçika'daki arkadaşlar da senin arablardan para aldığını söylüyorlar, buna ne cevab vereceksin?

f) Birgün sana misafir geldiğimde Suudi Müderris Abdullah Musfir odandayken çantamı almak için içeri girmek istediğimde neden beni içeri almadın? Benden gizlemeye çalıştığın özel görüşmeniz neydi? (Daha sonra biz aynı gün Fındıkzade'de Guraba Şirketi'nde kendisiyle konuştuk)

Eğer para aldığını itiraf edeceksen -ki itiraf etmek zorundasın-,

g) Bu paraları nereye, ne amaçla ve nasıl harcadın, inandırıcı belgelerle ve dürüst kişilerin şahidliği ile bunları kanıtlayabilir misin?

h) Türkiye'ye giriş yaptığın tarihten bu yana üstelik İstanbul şartlarında ve senin lüks harcamalarınla nasıl geçindin? Oturduğun evi neyle aldın? Bindiğin arabaya nasıl sahib oldun?

ı) Gezilerinde seni kim finanse ediyor ve ne amaçla? (3Cool

Özel harcamalarını paravan olarak kurduğunuz (39) Hububat ve Bakliyat Şirketi (40) ile izah edeceksen şu sorulara ne cevab verirsin?

i) Bu şirket ne gibi faaliyetler yapmıştır? Ticari olarak hangi sahalarda etkinlik göstermiş ve ne kadar kar etmiştir? Belgeler ve dürüst insanların adil şahidliği ile kanıtlanabilir mi?

j) Şirketin etkinliği şimdilerde devam ediyor mu? Ediyorsa ne gibi faaliyetler yapıyor? Etmi-yorsa şu anki gelirin neredendir ve gelir düzeyin ne kadardır?

Ümmetin bu soruları sana sorma hakkı olduğuna ve senin de bunlara cevab verme zorunlulu-ğunda olduğuna inanıyorum. (41)

13) Kendini öğüt almaktan müstağni gördüğün için yaptığın hiçbir yanlıştan kurtulamıyorsun. Öylesine garib bir saplantının içerisindesin ki, tek doğru senin ve fırkanın düşünceleri. Tek doğru sözleri sen ve yolundan gittiğin insanlar söyler. Herkes yanlış yapar, sen ise doğru. Herkes batıl sen hak. Herkes uyarılmaya muhtaç, sen ise tek uyarıcı. Herkes susarak seni dinlemeli ve sürekli sen konuşmalısın. Takvasızlık sende diz boyu. Bu da seni korkak yapı-yor. Hem tağutlardan ve hem de saltanatına zarar verecek müslümanlardan korkuyorsun.

14) Merkezlik iddian başlıbaşına bir açmaz senin için. Herşeyi sen yapmalısın, herşeyin iyisini ve doğrusunu sen yaparsın gibi bir psikoza yakalanmışsın. Yıllarca bekletip bas-madığın kitabları bir başkası bastı diye yaptıklarını ve söylediklerini unutmamız mümkün değil. Senin terceme ettirip te basmadığın bir kitabı gerçekten İslam'a hizmet etme gayreti olan bir insana basması için verdi diye (42) Abdurrahman Kurşunmaden'i hırsızlıkla bile itham ettin. Bu kitabı basma aşamasındayken Tevhid Yayınları sahibi Abdulvahid Metin'e söylediklerin de halen kulağımda... Kendisi ile telefon görüşmesi yaptığında ben onun muaye-nehanesindeydim ve hoparlörlü telefondan senin sözlerini dinliyordum.

1993 yılında Sakarya'ya bana misafir geldiğin bir gün kapaklarını bastırdığım Şeyh Muham-med Ma'sumi'nin kitabını yayınlamamam için bana ne kadar yalvarıp bir sürü teklif sundu-ğunu da unutmadığımı bu satırlarda yazmak istiyorum. Amacın ise sadece şuydu: Kendi fırkan tarafından sahiblenilen bir kitabı başkasının basmaması ve bunu sadece senin yapıyor gözükmen. Ben ise sana "Ben bunu basacağım, tercemesini sana da vereyim sen de bas" dediğimde buna bile razı olmamıştın. Sonunda tercemeyi sana verdim, yıllarca basmadın. Bu arada Abdurrahman El-Vekil'in "Tasavvuf ve İslam" adlı eserini de vermiştim, "Benim bunu basmaya gücüm yetmez, sen bas" demiştim. Sen ise bunun dizgisini yaptırdın, bunu da yıllarca beklettin, bastırmadın. Sonunda aynı çalışmayı Tevhid Yayınları'na vermiştim, yetkili arkadaş çok kısa bir sürede bastı. Sen ise bütün bunlar karşısında hasedinden çatlıyordun. Çünkü senin İslam'a hizmet diye bir niyetin hiçbir zaman olmadı.

Kıt imkanlarımla çeşitli dönemlerde gücüm yettiğince bazı çalışmaları ortaya koymaya çalıştım. Sen bunları da kıskanıyordun. Dizgi operatörün Doğan Bey bir gün bana senin için "Sendeki gayret bu adamda, ya da bu adamdaki para sende olsa ne hizmetler verilirdi" diyerek seni ayıplamıştı. Bu yüzden bana değişik ortamlarda iftiralar ettin. Çalışmalarımın tümüyle senin eserlerinden çalıntı olduğunu iddia ettin. Oysa bunların arasında alıntı vardı, çalıntı yoktu. Sen samimi olsaydın bu alıntılardan hoşnud olurdun. Öyle yapmadın, sabote ettin. Halbuki sen de çalışmalarında pekçok kaynaktan alıntı yapıyordun. Bunları da bir başkası çalıntı olarak adlandırabilir miydi? Tebliğ edilen İslami gerçekler üzerinde "patent" iddia etmek ve alıntıyı yasaklamaktan daha çirkin bir tavır bilmiyorum.

Sen hiçbir şey yapmadığın halde herşeyi yapıyormuş gözükürsün ve hem de hiçbir iş yapmazsın. Seni bir iş yapıyor ya da yapacak zannı ile finanse eden arabların birgün senden hesab sormalarını umarım. Yine umarım ki uyanık davranırlar. Onların uyanık davranmaları samimi olmalarına bağlı. Yok onlar da gerçekten samimi değil de, kendileri için değişik bölgelerde uygun bir uşak arayan tipte kimseler ise uyanmayacaklar ve seninle ilişkilerini sürdüreceklerdir. Ama bu dünya hayatı kısa.

Bir gün psikolojik rahatsızlıklarını fark eder ve psikopat bir tip olmaktan kurtulmak istersen Allah (cc)'ın da sana acıyıp seni düzelteceğini ümid ediyorum. Tevbe edersem kabul olmaz diye düşünme, Allah (cc) senin tevbeni bile kabul eder.


ÜÇ / METODİK YANLIŞLAR

1) Selefi ve Ehl-i Sünnet olduğunu söyleyerek (43) İslamdan başka isimle isimleniyorsun. Bu ise caiz değildir. Bu konuda vaktiyle Açık Uyarı'nın ilk sayısında Aczmendileri de uyar-mıştık. Bir Müslüman için Müslüman isminden başka bir isimle isimlenmek caiz değildir. Allah (cc) bizi Müslüman diye isimlendirmiştir (22/7Cool. "Ben Müslümanlardanım!" diyen kimseden daha güzel sözlü hiçbir kimsenin olamayacağı gerçeği bizzat Allah (cc)'ın muhkem ayetiyle sabittir (41/33). Müslüman olarak yaşayıp, salihlerin arasına katılmak temenni ve duasında bulunan Yusuf (s)'un sözünü Allah (cc) Kur'an'da bize haber vermiştir (12/101). Yine Yakub (s)'un oğullarına olan vasiyetinin şöyle olduğunu Kur'an'dan öğreniyoruz: "...Ancak Müslümanlar olarak ölün!" (2/132) Aynı emir Allah (cc) tarafından bize de veril-miştir (3/102).

2) Selefin menheci diye bir usul belirlemişsin kendine. Gerçekte sen selefin ahlakından da menhecinden de çok uzaksın. Onların ahlakı asla seninkisi gibi değildi. Onlar temiz, saf, duy-gulu, Allah (cc) korkusu ve hesab günü endişesi taşıyan ve Allah (cc)'a içten bağlı kimselerdi. Onlar gevezelik yapmaz, boş sözlerden yüzçevirirlerdi. Dinlerini geçici dünyalık değerler karşılığında tezgaha koyup satmazlardı, ellerinin emeği ile geçinirlerdi. Onların menhecinde alim gördükleri kimseleri taklid yoktu. Onlardan birisi yanlış yaptığında bir diğeri yanlış sahibinin yanlışına uymazdı. Nassları nakl etmeye değil, anlamaya ve yaşamaya çalışıyor-lardı. Sen ise nassları anlamak şöyle dursun, satış yapmak için ezberlediklerinden başkasını bilmezsin, bile... Fıkıhçıları taklid etmeyi redd edip hadisçileri taklid ediyorsunuz. Oysa hadisçiler de tarihte tıpkı fıkıhçılar ve kelamcılar gibi bir ekol (fırka) olup, onların da usul ve furuda pekçok zaafları vardır. Oysa ilk dönem müslümanlarının menhecinde taklid değil, tahkik vardı. Bugün senin ve içinde bulunduğun grubun "selefin menheci" diye sistematize ederek sunduğunuz şey gerçekte cerh edilmesi gereken pek çok zaafları bünyesinde taşımak-tadır.

3) Hadis mealciliği yapıyorsun. Bir zamanlar Kur'an mealcisi dediğimiz bir grub vardı. Sağına soluna bakmadan, ilmi bir birikimi yüklenmeden anladığı kadarı ile ayet meallerini alır ve ahkam keserlerdi. Hiç şübhe yok ki usulde bu insanların zaafları vardı, ama bunu kendileri görmüyorlardı. İşte sen de aynı onlar gibisin. Ne var ki sen ayet mealciliği değil, hadis mealciliği yapıyorsun. Gereği gibi hadis metinlerini tahkik etmeden, (44) hadislerin varid olduğu ortamları ve arka plan bilgilerini gözetmeden, rivayet edilen lafızların Rasulul-lah (s)'a yakışıp yakışmadığını düşün-meden, muhtevanın Kur'an'a aykırı olup olmadığına bakmadan yaptığın bu mealciliğin adını sen sünneti ihya koysan bile bugün İslamı öğrenmek isteyen insanların seviye kazanması karşısında inandırıcı olamamaktasın. Buna mukabil görüş ve düşüncelerini yeni baştan gözden geçirip mensub olduğun fırkayı akıllı bir şekilde cerh etmek yerine şarlatanlık yapmayı tercih ediyor ve seni uyaran insanları "İşte, peygamberi inkar ediyorlar, bunlar sünnet inkarcıları, Mu'tezilenin görüşlerini savunuyorlar" türünde sevi-yesiz, basit ve adi bir üslubla sabote ediyorsun.

4) Taklidi ve mezhebleri redd ettiğini söylüyorsun ama sen bir mukallidsin ve selefi mezhe-bindensin. Bence hanefi mezhebini taklid etmekle selefi mezhebi alimlerini taklid etmek arasında hiçbir fark yoktur. Sonuçta hiçbir tahkik yapılmadan alim kabul edilen insanların görüşlerine uyulmaktadır. Hakkında hiçbir rivayet olmadığı halde rukudan kalkıp doğrul-duktan sonra sadece Suudi mollası Şeyh bin Baz ellerini bağlıyor diye ellerinizi bağlıyor olduğunuzu hatırla. Bu yüzden Kayseri'de insanlar birbirini kırıyor ve aynı takımın mensubu olan kimseler birbirine düşmanlık yapıyor. Yine dünyayı gezmiş ve havada uçmuş bir kimse olmana rağmen, sırf Şeyh bin Baz dünyanın dönmediğini iddia ettiği için ona muhalefet etmiş olmamak amacı ile bu konuda görüş beyan edemediğini düşün. Dahası 1993 yılında oturum için Sakarya'ya geldiğin gün dünyanın dönmediğini bile savunmuş ve bu konuda tutarsızlık-larla dolu delillerini söylemiştin. (45) Biz ise sana gülmüştük. Ses kasetlerin hala arşivimizde mahfuzdur.

5) Atalarını üzerinde bulduğun yola uymuşsun, o bize yeter diyorsun (5/104). Körükörüne bir bağlılık gösteriyorsun (26/74; 31/21). Yoluna uyduğun kimseler ya doğru yol üzere değil-lerse? Ya onlar bir şey bilmiyorlarsa? Hiç böyle bir endişen yok. Sen taleb etmediğin için Allah (cc) da sana basiret vermiyor.

6) Nassların sadece zahirine bakarak özünü anlamayı ihmal etmişsin. Senin bu halini yarı zahirilik diye adlandırabiliriz. Aslında bu zaaf sadece senden kaynaklanan bir zaaf değil! Çünkü yolundan gittiğin insanlar bu zaafa sahib, sen de onları taklid ediyorsun. Zira sen üretken bir insan değilsin ki zaaflar sadece senden kaynaklansın. Tıpkı mezhebçiler gibi taklid ettiğiniz kimseler isabet ederse siz de isabet ediyor, onlar hata yaparsa siz de hata yapıyorsunuz. Bunları söylerken batınilik yapma iddiasında değilim. (46) Bu açıklamayı da yapmış olayım ki, belli olmaz belki bu satırları okuduktan sonra benim hakkımda batıni olduğumu insanlara yayarsın.

7) Gereksiz tekfircilik yapıyorsun. Bununla birlikte bir de muhaliflerini tekfirci diye sabote ediyorsun. Daha önce de sana söylediğim gibi bu konuda öylesine çelişkilerin var ki... Namaz kılmayanları tekfir ediyorsun... Kabirlerden yardım isteyenleri tekfir ediyorsun. Allah (cc) ile kendi arasına aracılar koyanları tekfir ediyorsun... Tasavvufçuları tekfir ediyorsun... Humey-ni'yi ve tüm şiaları tekfir ediyorsun... Allah (cc)'ın semada olduğunu inkar edenleri tekfir ediyorsun, hatta bu konuda "Allah (cc)'ın semada olduğunu inkar eden kimselerin tekfiri babı" diyerek yazdığın risalene bab başlığı koyuyorsun... Dahası şeyhin Abdulaziz bin Baz dünyanın döndüğüne inananları bile tekfir edip mürtedlikle suçluyor. (47) Sonra da kalkıp tağuta kulluk yapmayı redd etmiş birkaç müslüman tağuta kulluk yaptığın için seni ve emsalini tekfir edince veryansın ediyor ve "Tekfircileeeeeeeeeeer!" diyerek yaygaralar kopa-rıyorsun. Sana göre tevhid ve şirk, iman ve küfür ile ilgili meseleler dünyanın dönüp dön-memesinden daha önemsiz meseleler.

Allah (cc)'ın yarattığı evren görünen kitab, indirdiği ayetler ise okunan kitabtır. Evrende görünen pekçok fiziksel delile ve kitabta okunan pekçok nakli delile rağmen dünyanın döndüğüne inanan insanları kafir ve mürted görüp onların kanlarını, canlarını ve mallarını helal gören kimseler, bir ömür boyu tağuta kulluk (vatandaşlık) yapan, yasama için Allah (cc)'tan başkalarına yetki veren, Allah (cc)'ın indirdikleri ile hükm etmeyenleri müslüman gören, Amerika'ya uşaklık yapan satılmış bir adamı kendilerine emir kabul eden kimselerin (4Cool müslüman kalacağını zann ediyorlar.

Cool Modası geçmiş meseleleri gündem yaparak gündem saptırıyorsun. Önemsiz konular uğruna yüce gaye ve davaları ihmal ediyorsun. Bugün mutezileden, mürcieden, haricilerden, cebriler-den ve benzerlerinden değil, demok-ratlardan, Atatürkçülerden, kapitalistlerden, laiklerden ve benzerlerinden konuşulmalı. Ama ne var ki bunlardan konuşmak risklidir, ilk saydıklarımız-dan konuşmak ise beşeri düzenler tarafından teşvik edilmektedir. Bugün Kur'an mahluktur, değildir tartışması önemsizdir; ama hükmetme makamında bulundukları halde Allah (cc)'ın indirdikleri ile hükm etmeyen kafirlerin TBMM'de yaptıkları küfür kanunlarından konuşmak ve onların şerrinden Allah (cc)'ın kullarını sakındırmak için gayret etmek farzdır. Allah (cc)'ın semada olduğunu insanlara anlattınız ama, yeryüzündeki ilahları redd etmediniz ve bunları redd etmeyi insanlara anlatmadınız. Allah (cc)'ın istiva sıfatını isbat ettiniz ama Allah (cc)'ın yegane hakim ve kanun koyucu olduğunu insanlardan gizlediniz. Allah (cc)'a rağmen kanun koymaya yeltenenleri tekfir etmediniz, onlarla ilişkilerinizi kesmediniz. Bilakis bunları söyleyen ve "Kanun koymak sadece Allah (cc)'a ait bir haktır, kim bunu kendisinde görürse tağut olur, bu tağutu tanıyıp itaat edenler de kafir olur" diyen müslümanları harici olmakla suçladınız ve onları sabote ettiniz, karalama kampanyaları başlattınız. Mücahid Cüheyman el-Uteybi (49) ve benzerlerinin katilleri de sizlersiniz. Allah (cc) onların kanlarının hesabını siz-den soracak.

10) Nasslara değil, nasslar üzerinde yaptığın kendi yorumlarına insanları çağırıyorsun. Nasslara inanmak farzdır ama naslar üzerinde senin yaptığın yorumlara inanmak farz değildir. Sen ise insanları hep kendi yorumlarına uymaya çağırdın durdun. Bu yorumları kabul etmek istemeyen insanları da harcamak istedin. Gerçekte ise ancak kendini harcadın. Bir başkası senin kadar yorum yapamıyor, Allah (cc)'ın en akıllı kulu sensin de o yüzden mi senin yorum-larına uyacak? Herkes mutlaka senin kafanla düşünmeli, kendi kafasını seninkine endeksle-meli ve senin ağzından mı konuşmalı?

11) Hak mezheb (yol) olarak kabul ettiğin selefilikte tek çeşit değil, farklı versiyonları var. Oysa hak tektir, bunu sen de biliyor ve söylüyorsun. Bugün kendinizi tek hak fırka görüyor ve başkalarını da tekfircilikle suçladığınız halde sizin gibi düşünmeyen, sizin fırkanızdan olmayan kimseleri gizli bir tekfirle tekfir ediyorsunuz. (50) Oysa selefiliğin bugün kaç versi-yonu var biliyor musun? Kendi aranızda bile tıpkı nurcular gibi fırkasınız. Hatta kendi aranızdaki bu fırkalaşmaların çoğu fikri değil, kişisel ve ahlaki meselelerden doğan bir fırkalaşma. Bununla birlikte akideye taalluk eden ayrılıklar da var. Mesela bugün Mısır'da yaşayan ve tekfirciler diye bilinen grubta selefi. Onların tekfir ettiği Suudiler de... Bunlardan ayrı ve bağımsız çalışan Filistin mahreçli (51) tekfirciler de selefi. Suudilerle Şeyh Albani arasındaki ihtiaf ve ayrılıklar da bilinmekte. (52) Suudun Türkiye uzantıları arasında sen dahil tesbit edebildiğim kadarı ile beş-altı ayrı değişik selefi çalışma gurubu var. Bu ayrılıkların tümü kişisel ihtilaflara dayanmıyor. Mesela senin kafir dediklerine (53) Abdullah Yolcu gurubu müslüman gözüyle bakıyor. Yine Abdullah Yolcu yayınladığı bir eserinde cehaleti özür olarak görmezken (54) sen ise cehaleti özür sayıyorsun. (55) Kayseri'de senin gurubunla karşıt gurup bize göre basit konular yüzünden (56) birbirlerini techil ve tadlil ediyorlar. Bu örnekleri çoğaltmak da mümkün.

Şimdi şu sorulara samimi bir şekilde cevap bekilyorum:

a) Selefilik Allah (cc)'a giden tek hak yol ise ve hakta tek ise -ki siz buna da inanıyorsunuz- öyleyse bu kadar ayrılıklar neyin nesi?

b) Bu kadar ayrılığın arasında sadece senin hak üzere olduğunun ölçütü (kıstas) ve delili ne-dir?

c) Getireceğin bu ölçüt ve delil konusunda hiç yanılma payı yok mudur?

d) Eğer yanılma payı yoksa sen ve fırkan Allah (cc)'tan inmiş açık bir delille tezkiye mi edil-diniz?

e) Böyle bir tezkiye sözkonusu ise bu tezkiye delili nerede? Metluv mu, gayr-ı metluv mu?

f) Bu ölçüt ve delil üzerinde yanılma payı varsa o halde Fırka-i Naciye olma iddiası sakıt ol-maz mı?

g) Selefilerden başkasına hüküm noktasında bakışınız nedir? Bunu açık gönüllülükle, dürüst bir şekilde hiçbir tevriye yapmadan söylediğiniz gün erdemli bir tavır sergilemiş olacaksınız. Çünkü sizin bu konuda teorideki düşünceleriniz ile pratikteki davranışlarınız farklılık arz etmektedir.

12) Gerçek inancını gizleyerek maslahatçılık yapıyorsun. Dünyanın döndüğüne inananları kafir ve mürted görüyorsunuz, ama bunu insanlardan gizliyorsunuz. Namazı terk edenleri kafir görüyorsunuz, binamaz kimselerle karşılaşınca cehaleti özür gördüğünüzü söyleyerek geçiştiriyorsunuz. Kabirlerde yatanlarla iletişim kurmak isteyenleri cehaleti de mazeret gördü-ğünüz halde onların cahil mi bilgili mi olduğuna bakmadan tekfir ediyorsunuz, ama kendisi için asla bu konuda cehaletin sözkonusu olmadığı Refah Partisi liderini Atatürk'ün cesedi ile iletişim kurduğu, ona dilekçe yazdığı, onu ve silah arkadaşlarını rahmetle andığı, Atatürk'ün ölüsünün karşısında kıyam vaziyetinde durduğu için tekfir etmiyorsunuz ya da tekfir ettiğiniz halde bunu gizliyor, bunu tebliğ etmiyor ve maslahat gereği susuyorsunuz. Bu örnekler de çoğaltılabilir. Bunlar sizin açık çelişkilerinizdir.

13) Kendi kaynaklarınla da çelişiyorsun. Ne var ki ben senin bunları bilmediğine değil, bu çelişkileri bilerek gizlediğine ve insanların gözünden kaçırmak istediğine inanıyorum.

14) Kişiliğinde ve düşüncelerinde öylesine çelişkilerle dolusun ki... Ben her ikisinden de birer örnek vermek istiyorum:

Hikmet Zeyveli'ye Belçika'dan gönderdiğin mektubunda aynen şöyle diyorsun: ".... Şu an ise zatınıza zulm etmeden hassaten zamanımız müslümanlarının muhaliflerine bizzat kendilerinin modelini seçip, biçip ve diktikleri elbiseleri giydirme mahiyetinde isim takarak saf dışı etme çalışmaları gibi bir küçüklüğe düşmek bizim gibi Kur'an ve hadisten başka nas kabul etmeyen kişilerin üslubu değildir. Çünkü batıl temelsiz inançlar ancak bu üslubla muhaliflerini def etmeye çalışırlar. Bizim için bu acizlik ifadesidir."

Şimdi seni tanıyan bir kimse bir de şu satırları okuduğunda artık senin sözlerinde ne denli tutarsız bir kimse olduğunu anlaması çok mu güç? (57) Bunun için olağanüstü bir zeka ve gayret mi gerekiyor? Senin insanlara karşı yaptığın şey, takındığın tavır ve sahib olduğun ahlak satırlarında kınadığın üslub ve ahlaktan farklı bir şey mi? Sen bunun aynısını yapmıyor musun? Hazırladığın şablonlarına muhaliflerini dilediğin şekilde oturtmuyor musun? Mu'te-zile, tekfirci, sünnet inkarcısı, peygamber düşmanı vb. gibi basit, ucuz yaftalarla muhaliflerini karalamak isteyen sen değil misin? Modelini seçip, biçip diktiğin elbiseleri muhaliflerine giydirip isim takarak saf dışı etme çabaları sana ait değil mi? 1986 yılında yazdığın bir mektup bugün tavır ve ahlak bazında senin çifte standartlarını kanıtlıyor.

Elimizdeki mushafların farklı nüshalarından haberin olduğu halde ben bir başka mushafı ya da bir başka kıraati tercih ediyorum diye beni suçluyorsun. Hiçbir şey bilmiyorsan en azından şunu bilmelisin ki, bugün Türklerin elinde bulunan mushaf ile Suudilerin Hicaz'da buradan giden hacılara hediye olarak dağıttığı mushaflar yazılım bakımından o kadar farklı ki...

Şu sorulara açık gönüllülükle cevab verebilir misin?

a) Sadece Türklerin elindeki Mushafın yazılımı mı doğrudur?

b) Eğer Türklerin elindeki Mushafın yazılımı doğru ise Suudilerin ki yanlış mıdır?

c) Sen Suudilerin yazılımını mı yoksa Türklerin yazılımını mı tercih ediyorsun?

d) Bu tercihinde seni haklı kılan kriter nedir?

e) İslam aleminde sahih kabul edilen meşhur on kıraati redd mi ediyorsun?

f) Kabul ediyorsan bu kıraatlerden herhangi birini tercih eden bir müslümanı neden suçlu-yorsun?

Ayrıca Kur'an'dan sonra delil kabul ettiğin, içindekilere iman ettiğin ve getirdiği rivayetlerle amel ettiğin hadis kitaplarının içerisindeki çelişkilerden haberin var mı? Ki mutlaka haberin olmalı. (5Cool

Bu metinlerin içerisinde çelişkiler var olduğu gibi, ayrıca bu metinleri şerh eden şarihlerin yaptıkları açıklamalarda da birbirini tutmayan, birbiri ile çelişen ve haramı helal, helalı haram yapan pekçok rivayet ve yazı var. Mesela sadece Buhari'nin bile metinleri ve lafızları birbirin-den farklı bir sürü değişik nüshası var.

a) Bu çelişkileri ne ile izah edeceksin?

b) Bu kadar çelişkinin arasında bunlardan hangisi doğru?

c) Doğru olarak tercih ettiğin metin ve nüsha konusunda tercih kriterin nedir?

d) Hadis vahiy ise vahiy üzerinde böylesi çelişkiler olur mu?

e) Vahyin sahihi ve sahih olmayanı olur mu, böyle bir ayrım yapılabilir mi?

Bütün bunları ileride ilmin artınca anlayacaksın, eğer samimiysen. Yok eğer bile bile gizliyor-san o halde ihlaslı bir müslüman olunca bunları gizlemekten vazgeçecek ve menhecini değiş-tireceksin. Ya da bu halinle, bu ahlakınla ölüp gideceksin ve senden sonra seni tanıyan insanlar hep mecruh bir kimse olarak seni anacak.


DÖRT / İTİKADİ ARIZALAR

1) Tevhidin kesinlikle eksik. İsim ve sıfat tevhidini ısrarla anlatırken hakimiyet tevhidini de ısrarla gizliyorsun. Oysa bunların biri diğerinden daha önemli değildir. Bunu yaparken de kesinlikle bölgedeki tağutlardan korkuyorsun. Sonuç olarak da kafiri müslüman gösteriyor-sun. İnsanları tağuta kulluk etmekten nehy etmiyor ve sadece Allah (cc)'a kulluk etmeye davet etmiyorsun. Oysa Allah (cc) tüm elçilerini insanları Allah (cc)'a kulluk etmeye çağırmak ve tağuta kulluktan sakındırmak için göndermişti (16/36)

2) Tağuta kulluk yapıyor ve tağuta kulluk yapmayı redd etmiş kimseleri sevmiyorsun. Oysa Allah (cc)'a kulluk yapıp tağuta kulluktan yüzçevirmen gerekirdi. Tağuta askerlik yapmadığı için Abdurrahman Kurşunmaden'e söylediğin: "Seni o asker elbiselerinin arasında apar-topar alıp götürdükleri günü görmeyi öylesine istiyorum ki!" şeklinde söylemiş olduğun söz kimden yana tavır koymaktı? Beraberinde bulunan o insanı koruman, kollaman ve gerekiyorsa bu uğurda mücadele ettiği sürece canınla ve malınla desteklemen gerektiği halde ona böyle söylemiş olman senin tabirinle gömleğinin rengini çok uzaklardan bize gösteriyor.

Hatırlar mısın, biz selefiyken bile bizi sevmiyordun. Bunun sebebi neydi? Birincisi senin kişisel zaaflarına ve istismarlarına gözyummuyor, ağzının içine bakıp seni huşu ile dinlemi-yor, her söylediğine emme basma tulumba gibi kafa sallamıyor, gerektiğinde yüzüne karşı çekinmeden hatalarını söyleyebiliyorduk. İkincisi ise biz tağuta kulluk yapmayı redd etmiştik, seni de tağuta kulluk yaptığın için eleştiriyorduk ve sevmiyorduk. İşte sen bizi senin men-hecin üzereyken bile bu yüzden sevmiyor, eleştiriyor ve rencide ediyordun?

3) Sen ve diğer selefiler gaybı Allah (cc)'tan başkasının bildiğine inanıyorsunuz, üstelik böyle inanan tasavvufçuları da kınadığınız halde... Çifte standartlarla dolu tavırlarınızın en belirgin-lerinden bir tanesi bu, hoş hepsi belirgin ya... Rasulullah (s)'a gaybı bilme yetkisi veriyorsu-nuz. Rasulullah (s)'ın gaybı bildiği ile ilgili hadisleri hiçbir şekilde ilmi bir tenkide tabi tutmadan körü körüne onlara inanarak Allah (cc)'a ortak koşuyorsunuz. Bu da üç şeyden birini kanıtlıyor: İlmi yetersizliğiniz (cehalet), körükörüne bağlılık (taklid) ve bağnazlık.

Oysa Kur'an'a baktığımızda şunları görüyoruz:

Gaybın bilgisi sadece Allah (cc)'ın yanındadır (11/5; 64/4). (59) Gaybı Allah (cc)'tan başka hiçkimse bilemez (6/59) Gaybın ve müşahede aleminin bilicisi O'dur (6/73) Allah (cc) gayb bilgisini kullarından hiçkimseye açıklamaz (72/26). Allah (cc) insanları gaybın bilgisine muttali kılmamıştır (3/179). Rasuller için gayb bilgisi konusunda tek bir istisna vardır (72/27) o da sadece Kur'an'da bildirilen haberlerle sınırlıdır. Rasulullah (s) kendi başına gaybı bilmiyordu (7/188) ve muhatablarına gaybı bilmediğini söylüyordu (6/50; 11/31). (60)

BEŞ / SİYASİ HAİNLİKLER

1) Kabircileri tekfir ediyorsun ama, çağdaş siyasi kabircilere göz yumuyorsun.

Kurban Bayramı'nda Kayseri'ye gittiğimde Mehmed Göktaş Hoca'yı ziyaret etmiştik, bir arkadaşla. Senden ve fırkandan bahs ederek şöyle diyordu: "Kayseri'de Seyyid Burhaneddin diye bir adama ait olduğu söylenen bir türbe var. Günde sayıları üç-dört taneyi geçmeyen yaşlı kadın burada toplanır ve kabirden yardım istemeye gelirler. Ebu Said ve benzerleri hiçbir riski olmadığı için bunları tekfir eder. Ama hergün ilkokul çocuklarımıza "Ey bugünü-müzü sağlayan ulu Atatürk -haşa-! Açtığın yolda, kurduğun ülküde, gösterdiğin amaçta hiç durmadan yürüyeceğimize and içerim" diye yemin ettirilir, küfür sözler söylettirilir, bu adamların kılı bile kıpırdamaz, hiç tepki göstermezler ve özellikle bunları gündem yap-mazlar."

Çok doğru söylediğini ve son derece haklı olduğunu belirterek kendisini tebrik ettim. Çünkü öteden beri benim yaptığım gözlemlerime anlaşılır bir örnekle tercüman olmuştu.

Daha fazla söze hacet var mı?

Seyyid Burhaneddin'in türbesi hakkında atıp-tutmanın hiçbir riski yok. Eğer yüreğin varsa aynı şeyi Mustafa Kemal'in kabri ve o kabre gidip ölüsüne dilekçe yazanlar ve rahmet okuyanlar için de söylesene... Söyleyemezsin, çünkü Seyyid Burahaneddin'in bağlıları sana zarar veremez ama Mustafa Kemal'in kullarından korkuyorsun değil mi?

Allah (cc)'tan başkasına yemin etmenin şirk olduğunu çok iyi biliyorsun. O halde ey zalim! Neden bir kere TBMM'de namus ve şerefleri üzerine tağuti bir yönetimi koruyup kollaya-caklarına ve sadakat göstereceklerine yemin eden kimselerin müşrik olduklarını söylemedin? Bunları neden gündem yapmadın?

2) Hükmün sadece Allah (cc)'a ait bir hak olduğunu biliyorsun (12/40). Bu konuda Allah (cc)'tan başkasına yetki verilmeyeceğini de biliyorsun (18/26). Allah (cc)'ın indirdikleri ile hükm etmeyenlerin kafirler (5/44), zalimler (5/45) ve fasıklar (5/47) olduğunu da Kitab'tan okumuş olmalısın. Şeyhin Abdulaziz bin Baz bu konuda bir kitabta yazmış ve Allah (cc)'ın hükümleri ile hükm etmenin gerekli olduğunu, Allah (cc)'ın indirdikleri ile hükm etmeyen-lerin kafirler olduklarını anlatıyor ve Allah (cc)'ın şeriatına muhalif kanunlar çıkaranlarla bu kanunlara uyanları zemm ediyor. (61)

Öyleyse neden Allah (cc)'ın şeriatına muhalefet ediyorsun. Neden Allah (cc)'tan başkalarının yasalarını kabul ediyorsun? Neden Allah (cc)'tan başkalarının yasaları ile muhakeme olmayı caiz görüyorsun? Neden Allah (cc)'ın yasaları ile muhakeme olmak isteyip imanları gereği Allah (cc)'tan başkalarının yasalarını redd eden samimi müslümanlara tavır aldın, onlarla alay ettin, onları aşağıladın? Neden "İhtilaf vukuunda TC mahkemeleri yetkilidir" şeklinde ve benzer içerikteki küfür sözlerin altını imzalamayı, böylesi iğrenç pazarlıklar yapmayı redd ettiğimiz için bizimle dalga geçtin? Hatta bu konuda yalan söyledin ve iftiralar da ettin. (62)

3) ABD'nin razı olduğu bir İslam anlayışını teşvik ediyor, Suud Devleti'nin yanında yer alıyor ve insanları siyasi basiretsizliğe teşvik ediyorsun. Suudi Devleti Kitab ve Sünneti Allah (cc) rızası için sahiblenmiyor. O bölgedeki insanlar Muhammed bin Abdulvahhab'ın nesliydi. Dedelerinin düşüncelerine sahib çıkıyorlar. Suud krallığı istese de selefilikten vazgeçemez. Çünkü halkın inanış biçimi budur. Tıpkı Türkiye'de halk Ehl-i Sünnet (!) ya da Hanefi olduğu için tağutilerin de Ehl-i Sünnet (!) ve Hanefi göründükleri gibi... Ancak siyasi yönden Amerika'nın menfaatleri doğrultusunda bir çalışma ve bu amaçla faaliyet gösteren kimseleri finanse etme gibi bir gayretleri söz konusu, Suud hanedanlığının. Ve sen bunları bilmiyor değilsin. Ben bunları dağıtım listesinde bu yazıyı kendilerine göndereceğim insanlar için yazıyorum.

4) Humeyni'yi kafir görüp, bunu ilan ediyor ama Kral Fahd'a gözyumuyorsun. Bu tavrının sebebi de aynı. Yemin ederek söylerim ki, Suud'un Humeyni, İran ve Şia aleyhindeki tavırları kesinlikle Allah (cc) rızası için değil. İran devrimden sonra mı şia oldu? Şia aleyhine propaganda yapan Suudiler ve onların uşakları İran'da devrim öncesi şahlık rejimi varken neredeydiler? Devrimden sonra Suudi yanlılarının Muhibuddin Hatib'in Şia aleyhine yazılmış risalelerini tır kamyonlarıyla İstanbul'a getirip Beyazıt meydanında cami çıkışlarında halka meccanen dağıtmasının (63) nedeni başka neyle izah edilebilir?

İrana tavır koyuyor, Suud'a sessiz kalıyorsun. İran'daki rejim İslami değil de Suud'daki İslami mi? Bu siyasi basiretsizliğinizin hesabını Allah (cc) sizden sormayacak mı? (64)

5) Tarih boyu kral taraftarlığı yaptınız. Halen de öyle... Zalim de olsa yöneticilere itaat etme temasını işlediniz, durdunuz. Bu uğurda hadisler uydurup Rasulullah (s)'a yalan isnad etmek-ten çekinmediniz. Oysa bununla birlikte "Kim benim adıma yalan uydurursa cehennemde oturacağı yere hazırlansın" (65) şeklindeki hadisi de kitablarınızda rivayet ediyordunuz. Zalim ve despot yöneticilere kıyamla birlikte Tevhid ve Adalet ilkesini savundukları için Mute-zile grubunu düşman bildiniz. Aynı amaçla Ebu Hanife'ye tarihteki tüm hadisçilerle (66) birlikte hepiniz tavır aldınız. (67) Ancak bu tavrınızı Hanefi mezhebi mensublarının olduğu ortamlarda maslahat gereği gizlediniz, fazlaca açıklayamadınız

Zalimlerden yana tavır koydunuz. Sultanlar da bu yüzden sizi destekledi. Tarih tağuti düzen-lere karşı yaptığınız hiçbir kıyam hareketine şahid olmadı. Oysa Rasulullah (s)'ın bir ömür boyu uyguladığı Sünnet-i Müekkede'si kafirlere karşı kıyamdı. Bu arada Yüce Allah (cc)'ın "Zalimlere sakın meyl etmeyin, sonra size ateş dokunur, hiçbir dost ve yardımcı da bulamazsınız" (11/113) (6Cool şeklindeki uyarısına hiç kulak vermediniz.


ALTI / SONUÇ BÖLÜMÜ

1) Bu çalışmada yazdıklarım ve senin kişiliğine yönelik olarak söylediğim sözler sen ahvalini değiştirmediğin sürece vazgeçeceğim ve rucu edeceğim türde şeyler değil! Tevbe edersen ve iyi bir müslüman olursan senin hakkındaki kanaatlerim ancak o zaman değişir.

2) Yazdıklarımın heryerde isbatına hazırım. Sözlü ve yazılı her türlü karşılaşma ortamına hazırım. Gevezelik yaparak ve iftira ederek yazdıklarımı gözden kaçırabileceğini hiç sanma. Benim kişisel olarak şöyle bir özelliğim vardır ve beni yakinen tanıyanlar bunu çok iyi bilirler. Bir kimseyi kafama takıp islah etmeyi ya da harcamayı planladım mı sonuna kadar bu uğurda mücadele ederim.

3) Ama sana herşeye rağmen yine de nasuh bir tevbe ile tevbe etmeyi (66/Cool ve geçmişin hakkında Allah (cc)'tan bağışlanma dilemeyi tavsiye ediyorum. Bu senin dünyan için de ahiretin için de çok hayırlı olur.

4) Ebu Said'i seven ve onu dinleyenlere daha yakın ilişkilerle kendisini tanımayı tavsiye ederim. Ebu Said'in İslami konularda söylediklerinin sağlaması mutlaka kaynaklarla yapıl-malı; şahıslar hakkında söylediklerinin sağlaması da mutlaka o şahısların kendileri ile yapılmalıdır. Yoksa tek taraflı dinlemek kişiyi yanıltacaktır.

5) Hiç kimse Ebu Said'in zahiri görüntüsüne ve illizyonist tavırlarına aldanmamalıdır. İslam'ı öğrenmek isteyenler bu dini Ebu Said olmadan da öğrenebilirler.

Sözlerimin sonunda Allah (cc)'a hamd eder, kendim ve tüm müslümanlar için O'ndan bağış-lanma dilerim.

Güzel sonuç Allah (cc)'ın muttaki kulları içindir (7/128), zalimlerden başkasına düşmanlık yoktur (2/193). Hidayete uyanlara selam olsun (20/47).


Dağıtım Listesi (69)

Bu "Açık Uyarı" metninin her hakkı serbesttir, isteyen herkes tahrif etmemek şartı ile dilediği şekilde çoğaltabilir ve dağıtabilir.

Bu "Açık Uyarı" türkçe ve arabça çeviri versiyonları ile aşağıdaki adreslere ücretsiz olarak gönderilmiştir (70):

Türkçe Versiyonu:

Abdurrahman Kurşunmaden, İstanbul (50); Hikmet Zeyveli, İstanbul (1); Abdullah Yolcu, Guraba Yayınları, İstanbul (1); Hasan Hüseyin Yılmaz, Ümraniye / İstanbul (20); Abdulvahid Metin, Tevhid Yayınları, İstanbul, Çeşitli fuar organizelerinde dağıtılmak üzere (500); Azimet Akyüz, Hak Yayınları, İstanbul (1); Kul Sadi Yüksel, İstanbul (1); Emine Şenlikoğlu, Mektup Dergisi, İstanbul (1); Birleşik Dağıtım, İstanbul (1); İbrahim Sa
_________________
Muhammed Fatih Ergün
www.mfe.name
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et MSN Messenger
www.turkiyespot.com ucuz hosting
www.turkiyespot.com ucuz hosting





MesajTarih: Prş Hzr 26, 2008 8:11 pm    Mesaj konusu: Advertisement Links

www.turkiyespot.com iyi Hosting vps vds radyo iyi reseller, kaliteli hosting, kaliteli host, kaliteli vps, iyi vps

Başa dön
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    www.turkiyespot.com web sayfası kontrol panelleleri yardımlaşma forumları Forum Ana Sayfa -> KALEM-KELAM Tüm zamanlar GMT +2 Saat
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group
Türkçe Çeviri: phpBB Turkey & Erdem Çorapçıoğlu