www.turkiyespot.com web sayfası kontrol panelleleri yardımlaşma forumları Forum Ana Sayfa www.turkiyespot.com web sayfası kontrol panelleleri yardımlaşma forumları
ucuz hosting domain kontrol panelleri yardımlaşma forumları
 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Dinimizi Öğrenmede Yöntemimiz Ne Olacak? l M.F.E.

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    www.turkiyespot.com web sayfası kontrol panelleleri yardımlaşma forumları Forum Ana Sayfa -> KALEM-KELAM
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
M.F.E.



Kayıt: 25 Hzr 2008
Mesajlar: 80
Konum: Administrator

MesajTarih: Cum Hzr 27, 2008 11:12 am    Mesaj konusu: Dinimizi Öğrenmede Yöntemimiz Ne Olacak? l M.F.E. Alıntıyla Cevap Gönder

DİNİMİZİ ÖĞRENMEDE YÖNTEMİMİZ NE OLACAK ?
Muhammed Fatih Ergün

(1994, Sakarya)

Allahu Teala (cc) Kur'an'da şöyle buyurmaktadır:

"Tağut'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelen kimseler için müjde var. Müjdele kullarımı! O kimseler ki, sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah (cc)'ın kendilerine hidayet ettiği kimselerdir. Ve işte onlar akıl sahibi olanlardır." (39/17-1Cool

Allahu Teala (cc) insanlara gönderdiği ilk Rasul Nuh (s)'dan Son Nebi Muhammed (s)'e dek dinini tebliğ etmeleri için Elçi'ler gönderir. Bu Elçi'ler Allah (cc)'ın seçkin kullarıdır. Allah (cc) bu Elçi'leri seçmiş, kendilerine Elçi'lik görevini vermiş ve kavimlerine Allah (cc)'tan almış oldukları ilahi Vahy'i eksiksiz olarak tebliğ etmelerini, aktarmalarını vahy etmiştir. Bu Elçi'ler de Allah (cc)'tan almış oldukları ilahi Vahy ve emirler gereği sorumluluklarını eksiksiz olarak yerine getirmişler, en yakınları başta olmak üzere tüm kavimlerini Allah (cc)'a kulluk etmeye ve tagut'a kulluktan sakınmaya çağırmışlardır.

Allah (cc)'ın değişik zaman dilimlerinde gönderdiği bu Elçilerin karşısında tebliğe muhatab olan ve hakikatte kendilerine gelen Elçi'nin mesajına kulak vererek Allah (cc)'a teslim olması gereken insanlar vardır. Bu insanlar bazan ferddir, bazan belirli bir topluluktur, bazan da bir otoritedir. Elçiler ise tebliğe muhatab olan bu insanlara getirmiş oldukları dini ve şeriatı anlatırlar, isyan ve tuğyan ettiklerinde Allah (cc)'ın dünya ve ahiretteki azabı ile onları uyarırlar; itaat edip Allah (cc)'a içten kulluk ettiklerinde Allah (cc)'ın rızası, nimetleri ve cennetleri ile onları müjdelerler; dünya ve ahiret saadeti ile iman edenleri müjdelerler.
Allah (cc)'ın gönderdiği Elçi'lerin görevi her ne pahasına olursa olsun, dünya hayatında karşılaşacakları riskler ne olursa olsun, eksiksiz olarak anlatmak; bu Elçi'lerin tebliğine muhatab olan insanların görevi ise dinlemek ve itaat etmektir. Dinleyip itaat ettiklerinde kurtuluşu ve saadeti hak kazanırlar; dinlemeyip isyan ettiklerinde Allah (cc)'ın azabını ve gazabını karşılarında bulurlar.

Gerek itikad ve gerekse amelle ilgili tüm meselelerde insanları bağlayan tek kaynak Vahy'dir. Din, bu kaynağın üzerine kurulmuştur. Bu kaynaktan başka bir yol kabul etmek sapıklıktır ve dinde haddi aşmaktır. Dinde haddi aşanların ise sonuçları ve varacakları yerler bellidir. Bundan ise Yüce Allah (cc)'a sığınır, bizi ateşin azabından korumasını dileriz. Rasulullah (s), Allah (cc)'tan almış olduğu ilk Vahy'den, kendisine inen en son ayete varıncaya kadar, Allah (cc)'tan aldıklarını ümmetine eksiksiz olarak tebliğ etmiş ve risalet görevini gereği gibi yerine getirerek Rabb'ine kavuşmuştur. Allah (cc)'tan almış olduğu Vahy'i tebliğ ettiği gibi, ayrıca en güzel şekilde açıklamış ve pratik hayatıyla da yine en güzel şekilde ümmetine örnek olmuştur. Biz buna şahidlik ederiz, ki Allah (cc) Rasul (s)'ü görevini tam olarak yapmıştır.

Rasulullah (s)'ın vefatından çok kısa bir süre önce Veda Haccı'nda Allahu Teala (cc) Kur'an'da:

"Bugün sizin için dininizi olgunlaştırdım, size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'dan razı oldum.." anlamında olan (5/3) ayetini indirerek, dini tamamladığını bildirmiştir. Yine Rasulullah (s) en son yapmış olduğu Veda Haccı'nda irad ettiği meşhur Veda Hutbesi'nde bu hususu açık bir şekilde ifade etmiş, hutbedeki mesajına Yüce Allah (cc)'ı şahid tutmuştur.

Yukarıda alıntıladığımız ayetten çok açık ve net bir şekilde anlaşılıyor ki, Rasulullah (s)'ın vefatıyla bu din tamamlanmıştır. Artık bundan sonra hiç kimsenin bu dine yeni bir şeyler ilave etme ya da dinden bir şeyleri eksiltme hakkı yoktur. Çünkü dinin tamamlanmasından sonra yapılacak olan her türlü ilave ve eksiltme işlemleri bid'at olma özelliği taşıyacaktır. Bu bid'atlar, konusuna göre ya küfür ya da haram olur. Fakat her iki halde de, dine sonradan ilave edilerek ya da dinden eksiltilerek ihdas edilen tüm bid'atlar sapıklıktır. Ve her bid'at da sahibi ile birlikte ateştedir. Ayrıca bilinmelidir ki, din adına ihdas edilmiş olan hiçbir bid'atın "iyi"si yoktur ve olamaz da.. Çünkü Rasulullah (s)'tan sahih olarak rivayet edilen bir hadiste, “Her bid'at sapıklıktır. Her sapıklık ve o sapıklığın sahibi ateştedir..." buyurulmuştur.

Allah (cc)'tan başka hiçbir kimsenin, insanlar üzerinde mutlak otorite olma ve mutlak itaat isteme hakkı yoktur (2/163). Yine hiçbir kimsenin din adına helal ve haram ölçüleri belirleme hakkı da yoktur (10/59). Hiç kimse, ne itikad ve ne de amelle ilgili konularda ölçülerini kendisinin ya da başkalarının belirlediği yollar ve mezhebler de oluşturamaz. Çünkü kullara böylesi bir hak ve yetki verilmemiştir, bu yetki Allah (cc)'a aittir (16/9). İslam, Allah (cc) tarafından indirilmiş ve O'nun Son Elçi'si Muhammed (s) tarafından eksiksiz olarak tebliğ edilmiş (5/3) olan bir dindir. Bu Son Tebliğ'den sonra insanlara ancak bu çağrıya kulak vermek, tabi ve teslim olmak düşer (45/1Cool. Yoksa eklemeler ve çıkarmalar yapmak değil!...

İmam Malik bin Enes (rh)'in de bir sözlerinde belirttiği gibi, bu ümmetin ilk dönemi ne ile islah olduysa, sonradan gelenleri de öylece islah olur. O gün dinde olmayan şeyler, bugün de dinden değildir. Ayrıca, bu ümmetin ilk döneminde yaşayan kimseler için yeterli olanlar, son döneminde yaşayan kimseler için de yeterlidir. Bu ümmetin ilk döneminde yaşayan kimseler neler ile yükümlü iseler, son döneminde yaşayan kimseler de aynı şeylerle yükümlüdür. İlk dönem Müslümanlarına neler haram ise, son dönemlerde yaşayan insanlara da aynı şeyler haramdır. Usülde, emir ve yasaklarda, ahlaki kurallarda ve diğer meselelerde hiçbir değişiklik yoktur. Çünkü bu din kıyamete kadar geçerlidir ve evrenseldir. Son Şeriat'ın hükmünü ve geçerliliğini yürürlükten kaldıran bir başka şeriat gelmeyecektir. Allah (cc)'ın, kullarını tabi tutmuş olduğu dünya imtihanındaki yükümlülüklerin aynı olması Yüce Allah (cc)'ın "adil olma" sıfatının bir gereğidir.

Allah (cc) tarafından indirilmiş olan bu kamil dinin tek kaynağının Vahy olduğu hususu çok iyi anlaşılır ve bu usülde görüş birliğine varılırsa, artık bundan böyle bu dinin sabit değerleri konusunda konuşmaya ve fikir yürütmeye kalkan kimselerin bu gayretlerinin ne denli boş ve batıl gayretler olduğu anlaşılmış olur.

İnsanlar, Allah (cc)'ın indirdiği ve son Nebi Muhammed (s)'in tebliğ etmiş olduğu bu dindeki itikad ve amel esaslarını, prensiblerini öğrenmekle yükümlüdürler. İnsanların bu esasları öğrenme adına tüm çaba ve gayretlerini harcamaları, enerjilerini sonuna kadar tüketmeleri ve tüm performanslarını göstermeleri kendi üzerlerine farzdır. Dinde yapılması gereken "ictihad"da budur, zaten... Yoksa ictihad Vahy'e rağmen, Allah (cc)'ın belirlemediği, O'nun Rasulü (s)'nün anlatmadığı yeni hükümler ortaya koymak ya da helal ve haram va'z etmek demek değildir. Dinde yapılması zorunlu ve herkese farz olan ictihad, itikad ve amel ile ilgili tüm meseleleri Kitab ve Sahih Sünnet'ten öğrenme adına gösterilen tüm çaba ve gayretlerin adıdır. Müctehid de bu çaba ve gayreti gösteren, konunun aslını öğrenme adına sahih kaynaklara yönelen ve tüm mesaisini bu uğurda harcayan çalışkan ve gayretli kimsenin adıdır. Dileyen kimseler dil bilgisi ve sözlük kitablarına bakabilirler.

İtikad ve amelle ilgili tüm meselelerimiz, Vahy'le belirlenmiştir. Vahy'e bağlanmak ve Vahy'in dışına çıkmamak farzdır. İtikad ve amel ile ilgili meselelerde hiç kimsenin Allah (cc) ve Rasulü (s)'nün önüne geçme (49/1) ve din adına hüküm koyma yetkisi yoktur (12/40). Allah (cc) ve Rasulü (s)'nün önüne geçen, dinde yetkili kılınmadığı halde, din adına hükümler va'z eden herkesin, kim olursa olsun, tagutun tekfir edilmesi gibi (2/256) tekfir edilmeleri gerekir. Çünkü onlar da taguttur.

Vahye aykırı olarak ortaya atılan tüm insan çıkışlı ölçüt ve doktrinler batıldır. İtikad ve amel konularında ortaya çıkan, İslam tarihinde çok sık rastlanan ve sayıları binleri bulan mezheb, meşreb ve tarikatlar da batıldır. Şeytandan kaçar gibi bunlardan kaçmak gerekir. Çünkü bunlar İslam'ın ilk dönemindeki berraklığını, safiyetini ve orjinalliğini bozmuşlardır. Onların bu bozmalarından sonra ortaya apayrı Allah (cc)'ın indirdiğinden başka bir din çıkmıştır. Ama adı İslam olarak kalmıştır. Cahil kimseler ve kitleler de içi başka olan bu yeni dini, adı İslam olduğu için sahiblenmişler ve içinin farkına varamayarak kutsamışlardır. Bu konuda İmam İbn Teymiye (rh) bir sözünde şöyle der:

"Bugün yeryüzünde iki din vardır: Allah (cc)'ın indirdiği din insanların uydurduğu din." El-Hak ne kadar da doğrudur. Dahası İmam (rh) bu sözü kendi dönemi için söylemiştir. Ya bugün? Vallahi bugün de aynen öyledir, hiçbir şey değişmemiştir, üstelik fazlası vardır. Uydurulan, yapılan te'viller sonucu tahrif edilen ve orijinalliği bozulan (müevvel) dinin mezheb ve tarikat sayıları fazlalaşmıştır.

Pakistan'lı Şair Dr. Muhammed İkbal'in bu gerçeği ifade eden şu sözleri de oldukça anlamlıdır:

"Benden selam olsun, Molla'ya ve Sufi'ye... Onlar bize İslam'ı öğrettiler, Kur'an'ı tanıttılar ve sevdirdiler. Gel gör ki, öyle bir yorum yaptılar, öyle bir yorum yaptılar ki din hakkında... Allah (cc)'ı, Cibril (s)'i ve Muhammed (s)'i hayrete düşürdüler. Bu durum karşısında sanki Allah (cc): "Ben böyle bir din indirmedim" diyor, Cibril (s): "Ben Muhammed (s)'e böyle bir din getirmedim" diyor ve Muhammed (s)'de "Ben böyle bir dini hiç mi hiç insanlara tebliğ etmedim" diyor." Bu sözlere ve bu sözlerle ifade edilmek istenen gerçeğe katılmamak mümkün mü? Bu sözler yaşadığımız gerçeğin ta kendisi değil mi?

Buraya kadar yazdıklarımızdan çok açık ve net bir şekilde anlaşılmıştır ki, itikad ve amel ile ilgili tüm konularda Vahye uymamız farz'dır. Vahye göre tavır belirlemek gereklidir. Vahyden başka insanlara 'din' diye ya da 'dinden' diye takdim edilen tüm yollardan ve yönlerden kaçınmak, sakınmak ve Allah (cc)'a sığınmak gereklidir. Yoksa bu yolların hepsi insanı imanından eder, sapıklığa ve ateşe götürür, insanın dünya ve ahiretini kayb etmesine sebeb olur.

Son Elçi Muhammed (s)'in Allah (cc)'tan almış olduğu ilahi vahyi eksiksiz olarak insanlığa tebliğ edip emanetini Rabb'ine teslim ettikten sonra, tebliğ görevi artık Allah (cc)'ın indirdiği İslam'ı gereği gibi bilen ve çarptırmadan anlatan Müslümanlar'ındır. Gereği gibi Allah (cc)'a iman etmiş ve bu imanını pratik yaşantısıyla isbatlayan bu Müslümanlar dini insanlara anlatacaklar, insanlar da onların anlatı ve öğretilerini Kur'an ve Sahih Sünnet'le sağlama yaptıktan sonra kabullenecekler ve yaşayacaklardır.

Vahye dayanmayan, refaransı Vahy olmayan ya da Vahye aykırı olan hiç bir görüşün ve öğretinin kabul edilebilirlik özelliği yoktur. Gelin, bu konuda İslam alimlerinin sözlerini gözden geçirelim: İmam Ebu Hanife (rh) şu sözünde yukarıda anlattığımız gerçeği en güzel bir şekilde dile getirmiştir.

İmam (rh) diyor ki: "Bir kimse bize Allah (cc)'ın Kitabı'ndan herhangi bir şey getirirse, onu alırız, o şeyin başımız ve gözümüz üstünde yeri ve değeri vardır. Yine bir kimse Allah (cc)'ın Rasul'ü Muhammed (s)'in Sünnet'inden sahih bir rivayetle bize herhangi bir şey getirirse onu da alırız, o şeyin de başımız ve gözümüz üstünde yeri ve değeri vardır. Yine bir kimse Rasulullah (s)'ın ashabının sözlerinden bize herhangi birşey getirirse, bakarız ve sahabe sözlerinin sıhhatini araştırır, aralarında tercih yapar ve sahih olanlarını alırız. Onlardan sonrakilere sıra gelince -işte imam burada meşhur sözünün en önemli yerini söylüyor- ve diyor ki: "Onlar da adam, biz de adamız!" Şimdi Hanefi'lere sormak lazım: Şer'i delillerin sayısına alabildiğince zam yapıp, zam yaptıkları bu delilleri teorik öğretilerinde anlatır, öğretir ve sayarlarken Kur'an, Sünnet, İcma, Kıyas, Örf, İstihsan, Mesalih-i Mürsele vb diye bir yığın delil sıralayıp, sonra da pratik uygulamaya ya da problemlerin hall edilmesine sıra geldiğinde saymış oldukları bu delillerin sıralamasına bile riayet etmeden en gerideki delilden başlayan, hatta "Mezhebimin görüşüdür, benim bu görüşle amel etmem gerekir" düşüncesiyle en şaz ve delilsiz kavli öne alan, ilk delil olarak Kur'an'a gitmeyi akıllarına bile getirmeyen, dahası "Ayet ve hadis bizim fıkıhçılarımızın sözleri ile çelişirse ayetlerin mensuh ya da te'vile muhtaç olduğuna, aynı şekilde hadislerinde mensuh veya te'vile muhtaç olduğuna hükm ederiz" (Kerhi) deme cür'et, cesaret ve cehaletini sergileyen Hanefiler de Edille-i Şer'iyye (Şer'i Deliller) konusunda acaba imamları gibi mi düşünüyorlar?!...

İmam Ebu Hanife (rh) bu meşhur sözünde öncelikle Allah (cc)'ın Kitabı'nın ve Rasul (s)'ünün Sahih Sün-net'inin tartışılmaz olduğunu öncelikle belirtmiştir. Sahih olarak geldiğinde ve tercih yapıldığında sahabe sözlerini de ictihadları için malzeme kabul etmiştir. Çünkü Rasulullah (s)'ın Ashabı'nın (r) bile bile kasden Kitab'a ve Sünnet'e muhalefet etmesi mümkün değildir. Sahabelerden sonra yaşayan insanlarda ise istisna yapmıştır. Çünkü öncelikle bu insanların sözleri Kitab ve Sünnet gibi, Kitab ve Sünnet oranında insanları bağlayıcı değildir. Sonra bu insanlar Rasulullah (s)'ı da görmemişlerdir. Dini ikinci elden veya yaşamış oldukları dönemlere göre daha sonraki ellerden öğrenmişlerdir. Bu sebeble her insan gibi onların da yanılmaları mümkündür. Sahabelerden sonra yaşayan insanların durumu bu olursa, onlardan yüzyıllar sonra yaşayan insanların ve bizlerin durumları haydi haydi böyle olur. İmam (rh) bu sözünde İslam'ı öğrenmedeki vazgeçilmez usulü en bariz bir şekilde vurgulamış ve açıklamıştır. Yine İmam Ebu Hanife (rh)'nin ders halkasında bulunan talebelerinden Ebu Yusuf'a olan tavsiyesi ise şöyledir: "Ey Yusuf'un babası! Bizden duyduklarını sakın ola ki yazma. Zira biz insanız. Ulaşabildiğimiz delillere göre bugün böyle, yarın ise daha başka bir ictihadda bulunabiliriz. Eğer sen bizden duyduklarını yazacak olursan, yazmış olduğun ilmi dokümanların arasında bizim hatalı olduğumuz, hatalı olduğumuzu anladığımızda da rucu ettiğimiz ictihadlarımız bulunabilir." Yine İslam alimlerinden İmam Şafi (rh) ise bu konuda şöyle demektedir: "Eğer sizler, benim sözlerimden herhangi birisinin, Allah (cc)'ın Kitabı Kur'an'a ve Rasulullah (s)'ın Sünnet'ine aykırı olduğunu görürseniz, Kitab ve Sünnet'te olanı alın ve benim sözümü kaldırıp duvara çarpın." Yine İslam aleminde sahih olarak kabul gören ve hadis kitabları arasında da öncelikli bir değere sahib olan "el-Muvatta" isimli hadis kitabının yazarı ve kendisini hidayet imamları arasında gördüğümüz muttaki ve mücahid İmam, İmam Malik (rh), bir gün talebeleri ile birlikte Rasulullah (s)'ın kabri yakınlarında kabri işaret ederek talebelerine şöyle der: "İnsanları iki şey bağlar. Bunlardan birincisi Allah (cc)'ın Kitabı'dır. İkincisi ise şu kabirde yatan Zat'ın (Rasulullah) sözleridir. Bunların dışında kalan kimselerin sözleri alınır da, atılır da..." Yani İmam Malik (rh) şunu demek istemiştir: İnsanları bağlayan nasslar Kur'an ve Sünnet nasslarıdır. İnsanların sözleri ise, bunlara uygunsa alınır, değilse atılır. Hakikatte ölçü de budur ve bu olmalıdır.

Kur'an nasslarının tartışmasız olarak kabul edilip uygulanması gerekir. Ancak burada yeri gelmişken açıkça şu hususu da belirtmek gerekir: Sünnete uymak demek, önümüze gelen ya da getirilen her hadise kayıtsız-şartsız körü körüne inanmak ve amel etmek demek değildir. Rasulullah (s)'tan rivayet edilen sözler, Rasulullah (s)'ın söylediği söylenen sözlerdir. Bu yüzden hadislerin sened ve metin tahlilleri yapılmalı -ki geçmişte de bu yapılmıştır ve bugün de yeniden yapılabilir-, İslam'ı öğrenme konusunda a-yetlerden sonra önemli bir malzeme olarak kabul edebileceğimiz hadislerin Kur'an'la, İslam'ın genel mantalitesi ile, akl-ı selim ile tahlil ve tenkidleri yapılmalıdır. Sözü Rasulullah (s)'ın söylediği kesin ise ve Rasulullah (s)'ın söy-lediği kesin olan o söz bizim dinimizi ilgilendiriyorsa, yani bir başka ifade ile o sözü Rasulullah (s) bir beşer olarak değil de bir Elçi olarak ve Elçi misyonu ile söylemişse o sözün kabul edilmesi gerektiği hususunda el-hamdu lillah bu ümmet arasında ihtilaf yoktur. İhtilaflar "Rasulullah (s) bu sözü söyledi mi söylemedi mi?" veya "Rasulullah (s)'ın söylediği söylenen bu söz Rasulullah (s)'a ait mi değil mi?" noktasındadır.

Yukarıda isimlerini saydığımız ve bu konu ile ilgili görüşlerini aktardığımız İslam alimlerinin de özellikle belirttikleri gibi, tebliğ görevini yerine getirmek için gayret eden insanlar kim olurlarsa olsunlar, makamları, mevkileri, kariyerleri, sosyal yaşamdaki konumları, ilim düzeyleri, ihlas ve takvaları ne olursa olsun, hiçbir kimsenin sözü nass hükmünde değildir; bir başka söylemle hiçbir kimsenin sözü Allah (cc) ve Rasulü (s)'nün sözü gibi değildir. İnsanlar hata edebilirler, yanılabilirler, unutabilirler, günah işleyebilirler, hatta ihanet edebilirler. Çünkü insanlar ma'sum değillerdir. Yüce Allah (cc) insanı böylesi bir fıtrat üzerinde yaratmıştır. Tebliğ görevini yerine getiren, insanları ikaz etmeye çalışan kimselerde hata edebilirler, sonra da yapmış oldukları hataları anladıktan sonra düzeltirler, eğer samimi iseler...

İmam Şatıbi (rh) bu konuyu şu veciz sözü ile ne güzel anlatmıştır. İmam (rh) der ki: "Kim ki, Rasulullah (s)'ın vefatından sonra herhangi bir kimsenin masum olduğunu, yani günahsız veya hatalardan korunduğunu iddia ederse, o kimse yalancı rasullerin izindedir, onların yolunu tutmuştur." Allah (cc)'tan başka hiçbir kimsenin sözü tartışmasız olarak kabul edilmemelidir. Bu sebeble konumuzun başında da söylemiş olduğumuz gibi, bizlerde hata edebiliriz. Yanılmaz doğrular ve şaşmaz gerçekler için Allah (cc)'ın Kitab'ına ve Rasulü (sav)'nün Sahih Sünnet'ine gidilmelidir. Tüm ihtilaflarda Allah (cc) ve Rasul (s)'ü hakem tayin edilmelidir ki, sağlıklı sonuçlar alınabilinsin.

İnsanların birbirleri ile olan sosyal ilişkilerinde sağlıklı birliktelikler kurabilmeleri, birbirlerini anlayabilmeleri ve kurmuş oldukları ilişkileri sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmeleri için İslam'ın bize öğrettiği anlatma usulünü ve dinleme edebini öğrenmeleri gerekir. Ki bu insanlararası ilişkilerimizde Allah (cc)'ın rızasını kazanmamız için yerine getirmemiz zorunlu olan bir şarttır. Çünkü bir insanın yapmış olduğu tüm davranışlar ve işlemiş olduğu tüm ameller kulluktur. Eğer Allah (cc)'ın emr ettiği bir şekilde, Allah (cc)'ın rızası gözetilerek yapılıyorsa bu kulluk, Allah (cc)'a olan kulluktur. Yok eğer, Allah (cc)'ın emr ettiği şekilde yapılmıyorsa veya Allah (cc)'ın emr ettiği şekilde yapılıyor da, Allah (cc)'tan başkalarının rızası gözetiliyorsa bu kulluk, Allah (cc)'ın denetiminden çıkıp, şeytanın denetimine girmek demek olduğundan dolayı şeytana kulluktur ve şirktir.

Bu sebeble insanların sosyal ilişkilerini gözden geçirmeleri gerekir. İnsanların birbirleri ile olan ilişkilerinde de Yüce Allah (cc) hükümler va'z etmiştir. Ki Allah (cc)'ın hüküm va'z etmediği, yasa koymadığı hiçbir saha yoktur.

İnsanlar birbirleri ile olan ilişkilerinde İslam'ın bu konudaki orijinlerine ve asıllarına sadık kalmalıdırlar. En önce birbirlerimize karşı nazik olmalıyız. Birbirlerimizin sözlerini ta ki, karşımızdakinin sözü bitene kadar kesmemeliyiz. Dinleme nezaketini göstermeliyiz. Sözlerini kabul etmesek bile birileri bize birşeyler anlatıyorsa, o kimseyi ağırbaşlılık ve tevazu ile dinlemek öğülmüş, güzel bir haslettir. Bize bir şeyler anlatan kimsenin bu anlatıları bitince anlamadığımız yerler olmuşsa edebli ve nezaketli bir şekilde kendisine sormalıyız. Sorduğumuz sorularda hiçbir zaman için gayemiz soru sorduğumuz kişiyi küçük düşürmek, aşağılamak, rencide etmek ve onun bilgi düzeyini test edip ortaya çıkarmak olmamalıdır. Cevabını bildiğimiz soruları ise bir başkasına sormamalıyız. İnsanlar birbirleri ile olan ilişkilerinde birileri hakkında gıyabi olarak duydukları sözlerin ve haberlerin sağlamalarını mutlaka o insanların kendileri ile yapmalıdırlar. Hiçbir kimse kendi aklını bir başkasına kiraya vermemeli, ne pahasına olursa olsan kafasına ipotek koydurmamalı, herkes kendi hür iradesi ve Allah (cc)'ın kendisine verdiği akıl / kalb ile olayları değerlendirmelidir. Bir başkasının sözüne olan itaatimiz, kesinlikle İslam'ın sınırları içerisinde kalmalıdır. Allah (cc)'a isyanı emr eden veya Rasulullah (s)'ın Sahih Sünnet'ine muhalefet eden hiçbir kimseye kim olursa olsun itaat etmemeliyiz. İslam'ın temel esaslarına aykırı davranışları görüldüğü halde, sırf insanlar üzerindeki haksız konumundan dolayı hiç bir kimsenin sözüne veya davranışına "vardır bir hikmeti" mantığı ile yaklaşmamalı ve hiç kimseyi kutsamamalıyız. Çok iyi bilmeliyiz ki, bu dinin Ağa'sı, Bey'i, Patron'u, Lord'u, Baron'u, Şeyh'i, Kutsal Adamı, Özel İnsan'ı yoktur. Herkes kuldur, Allah (cc) karşısında hiçbir ayrıcalığa sahip değildir.

Birileri bize bir şeyler anlatırken, hele ki, bu dini gereği gibi bilen gerçek alimler ve Müslümanlar insanlara Allah (cc)'ın dinini anlatırlarken kesinlikle onları küçük görmemeli, "Bu da kim oluyor ki, bunları anlatıyor" türünden basit, değersiz, karalayıcı bir tavır takınmamalıyız. Davetçilerin insan oluşlarının kaçınılmaz bir sonucu olarak işlemiş oldukları hata ve kusurları ile onların sunmak istedikleri mesajlarını sabote etmemeliyiz. Hiç şübhe yok ki bu çok iğrenç bir tavırdır. Zira birileri bir şeyler anlatılıyorsa, asıl olan o sözlerin içeriğidir. Sözler doğru ise alınmalı, yanlış ise alınmamalıdır. Doğru sözleri söyleyen kişilerin insanlık gereği olarak işlediği veya işleyebileceği hatalar yüzünden doğrular kurban edilmemelidir. İslam'ın temel kaynakları ile sağlaması yapılmış doğru sözler kimden gelirse gelsin mutlaka alınmalıdır. Zira, "Hikmet, mü'mini olan kişinin yitiğidir. O'nu nerede bulursa alır." kaidesi İslam'da kabul görmüş ve tavsiye edilmiş genel bir prensib ve kaidedir.

Allah (cc)'ın gönderdiği Elçi'lerin davetini kabul eden Müslümanlar, kendilerine din anlatan kimseleri işte bu ölçüler içerisinde dinlemişlerdir.
İslam'ın doğrularını herşeyin üzerinde tutmak kaçınılmaz bir ödevimiz ve sorumluluğumuzdur. İslam'ın doğ-rularını ve Allah (cc)'ın dinine ait gerçekleri yaşanılan toplumlara ve hayata hakim kılma mücadelesi içerisinde olan gerçek müslümanlar Allah (cc) katında büyük bir ecri hak kazanan kimselerdir, niyet, gayret ve faaliyetleri ile doğru orantılı olarak... Ancak Allah (cc) dilediği kimsenin ecrini dilediği kadar arttırabilir.
Gerçek İslam davetçilerini sabote etmek isteyen kimseler ise bu tavırları ile geçmiş kavimlerin zorba ve des pot kimselerin yoluna uymuşlardır. Allah (cc) Kur'an'da onları bize örnek olması için anlatır ve onlara lanet eder.

Klişeleşmiş ve standart hale gelmiş, tabu olarak insanların beyinlerinde yer eden anlayışların karşısına dikilen ve ilahi mesaj ile beyinleri yıkayıp temizlemek isteyen Müslümanlara karşı zorbaca bir tavır takınmak açıkça haddi aşmaktır. Hele ki, sultanların ve kralların ahlakı ile ahlaklanıp ta ilmi deliller getirmekten aciz kalındığında zora, zorbalığa ve kaba kuvvete başvurmak çok çirkin bir davranıştır. Böyle bir tavır takınmanın günahı cidden Allah (cc) katında büyüktür. Allah (cc) böyle davrananlardan elbette hesab soracaktır. Ayrıca böyle davranmak akl-ı selim insanlar katında da puan kayb etme sebebidir.

Nice nice Rasul'ler, Nebi'ler, sahabeler, alimler bu yolda canlarını ve başlarını verdiler. Allah (cc)'ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun. İbrahim (s)'i ateşe atan zihniyet, Musa (s)'nın Ashabı'nın ellerini ayaklarını çapraz-lama olarak kesmek ve cesedlerini hurma dallarına asmakla tehdid eden zihniyet, Zekeriyya (s)'yı ve genç bir Nebi olan oğlu Yahya (s)'yı hunharca şehid eden zihniyet, kendilerine hak dini tebliğ etmek için gönderilen İsa (s)'yı öldürmek amacıyla çarmıha germek isteyen zihniyet, -ki Yüce Allah (cc) O'nu katına kaldırdı- yine İsa (s)'nın şeriatının bağlılarından olan Müslümanları kazdıkları ve içerisini ateşlerle doldurdukları hendeklerde ve çukurlarda yakan Uhdud Ashabı ve yine Muhammed (s) ve Ashabı (r)'na olanca zulmü reva gören ve O mubarek Rasul (s)'ün ellerini, yüzlerini, gözlerini ve ayaklarını kanlar içerisinde bırakan zihniyet hep aynı zihniyettir.

Yine Rasulullah (s)'ın vefatından takriben otuz yıl kadar sonra Emevi saltanatı ile birlikte iktidara egemen olan zorba kralların gündeme getirdiği despotça tavırlar sonucu olarak bu sefer zulüm Allah (cc)'ın Elçi'lerinden, O Elçi'lerin bağlısı olan Müslümanlara kaydırılmıştır. Hz. Hüseyin (rh) bu zihniyet sonucu Kerbela'da hunharca ve zulmen şehid edilmiş ve Rabb'ine yürümüştür. Yine bir çok tabiin imamları, müctehid imamlar bu uğurda başlarından olmuşlardır. Ebu Hanife (rh) bu uğurda kırbaçlanarak zindanda şehid edilmiştir. Ahmed bin Hanbel (rh) Allah (cc)'ın razı olmayacağını düşündüğü bir sözü söylemediği için işkence görmüştür. Yine kimisi yıllarca hapis yatmış, kimisinin elleri ve kolları kırılmış, kimisi sürgün edilmiş kimisinin de hunharca katl edildikten sonra cesedleri ağaçlara ve kazıklara bağlanarak, cadde ve sokaklarda sürüklenerek teşhir edilmiştir. İşte hakka tabi olmayan ve anlatılan doğrular karşısında ilmi delil getirmekten aciz kalan zorba insanların tavrı budur.

Biz diyoruz ki, bizler bu ahlak ile ahlaklanmayalım. Karşımızdaki kimse dini inançlarını ve akaidini benimsemediğimiz bir kafir bile olsa O'na karşı medeni olalım, medeni tavırlar takınalım. Ta ki, bizi öldürmeye gelen kafir bizde hayat bulsun; bizimle konuşmadan önce bizden iğrenen, tiksinen ve elinden gelse bizi bir kaşık suda boğmak isteyen o kimse, İslam'ın ve Müslümanların amansız düşmanı olan o kişi bizi dinledikten sonra, dünya üzerinde Müslümanlardan daha medeni, daha nazik ve daha edebli hiçbir kimsenin olmadığını itiraf etmek zorunda kalsın, bizim insani ve İslami ilişkilerimize gıbta etsin. Böylece kendisine güzel bir şekilde örnek olalım, tıpkı Nebi (s) gibi...

Sevgili okuyucularımız! Sizler bizi ve başkalarını bu anlattığımız ölçüler içerisinde dinleyiniz. Kendinize anlatılanları araştırınız. Araştırmalarınızla duyup öğrendiklerinizi daha da genişletiniz. Yeni yeni bulgular elde ediniz ve kendinize not defterleri edinerek öğrendiklerinizi mutlaka yazınız. Rasulullah (s) bu konu ile ilgili olarak kendisinden rivayet edilen bir hadislerinde: "İlmi yazı ile kayd ediniz" buyurmuşlardır. Ki bu çok hoş bir şeydir. Öğrendiklerimizi yazmamız Sünnet'tir. Kur'an'ı çok okuyunuz. Göreceksiniz ki, bu araştırmalarınız ve gayretleriniz sonunda ilminiz artacak, zihniniz açılacak, bilgi dağarcığınız genişleyecek ve gelişecektir.

Bilmediklerinizi öğreneceksiniz. İşte gereği gibi dininizi o zaman öğrenmiş olacaksınız. Araştırmalarınız ve çalışmalarınız esnasında Allah (cc)'a gereği gibi yönelirseniz, gönüllerinizi O Yüce Zat'a teslim eder ve çevirirseniz Al-lah (cc) size bilmediklerinizi öğretecektir.
Bilmediklerinizi öğrenmeniz, bildiklerinizle ihlaslı olarak amel etmenize bağlıdır. Tabi bu arada bildiklerinizin de doğru olması, bildiklerinizin Allah (cc) ve Rasulü (s)'nün onayını almış olması şarttır. Mutlak bilgi ancak Vahy'le gelen bilgidir. Vahy'le gelen bilgi Rasulullah (s) tarafından bize sunulmuştur. Bu bilgiyi elde etmek için gayret edecek olan bizleriz. Bu gayretlerimiz sonucunda bizi bu bilgiye ulaştıracak olan da Allah (cc)'tır. Allahu Teala (cc) şöyle buyurur: "Yaratan Rabb'inin adı ile oku! O Allah (cc) ki, insanı Embriyo'dan yaratmıştır. Oku! Rabbin kerem sahibidir. O Rabb ki, kalem ile yazı yazmayı öğretmiştir. İnsana bilmediklerini öğretmiştir." (96/1-5)

Buraya kadar anlattıklarımızı kısaca özetleyecek ve toparlayacak olursak, Dinimizi gereği gibi, Allah (cc)'ın anlattığı, Rasul (s)'ü Muhammed (s)'in bize öğrettiği şekilde öğrenebilme-miz için mutlaka gerekli bazı düsturlar vardır:

1- Dinimizi öğrenme hususunda, gönüllerimizi Allah (cc)'a teslim edecek, Allah (cc)'a gereği gibi içten yö-nelecek ve içine düşmemiz muhtemel olan her türlü yanılgıdan Allah (cc)'a sığınacağız. Yaptığımız araştırmaları sadece Allah (cc) rızası için yapacak, hakkı bulma ve batılı ortadan kaldırma niyeti taşıyacağız. İş olsun diye, fikir jimnastiği yapmak ya da kelami gündemler oluşturmak için değil; öğrendiklerimizi yaşamak ve insanlara faydalı olmak için araştırma yapacağız.

2- Dinimizi öğrenmek için teşebbüs ettiğimiz çalışmaların başında ve sonunda, 'Ya Rabb! Bana hidayet et. Tutacağım doğru yolu bana göster ve ilmimi arttır." diye sözlü olarak dua edecek, pratiğimizde de bu duayı yaşayacağız.

3- Dinimizi öğrenmeye öncelikle tevhid ve hidayet ilminden başlayacağız. Böyle yapmamız farzdır.

4- Gerek tevhid ve hidayet ilminin ve gerekse diğer ameli, ahlaki ve sosyal konuların tamamına ait meseleleri İslam'ın gerçek kaynakları olan Kur'an ve Sünnet'ten öğrenmeye gayret edeceğiz.

5- Bilmediğimiz, anlamadığımız veya hata ettiğimiz konuları hidayet üzere olan gerçek alimlerden soracağız. Ki bu Allah (cc)'ın değişmez bir emridir. Allah (cc) şöyle buyurur: "Eğer siz bilmiyorsanız zikir ehlinden sorun." (16/43; 21/7) Zikir ehli kimdir? Zikir ehli, postunun üstüne oturup ta sabahtan akşama kadar tesbih çeken kimse değildir. Zikir ehli, her halinde zikr üzere olan, hayatının her alanında, nefsinde, ailesinde ve toplum hayatında İslam'ı bir bütün olarak yaşayan, tagutun velayet ve otoritesini kabul etmeyen, sahih bir itikada, amele ve metoda sahib muttaki ve mücahid insanlardır. Öğrenmek için sormakla, körükörüne taklid etmek farklı şeylerdir.

6- Her konuda olduğu gibi ilmi konularda da tembellik yapmayacak, yan gelip yatmayacak, başkalarının sır-tından geçinmeyeceğiz. Başkalarını taklid etmeyecek ve dinimizi başkalarına emanet etmeyeceğiz. Fikri ve ilmi üretimden yoksunluğa razı olmak, alimlere asalak olmak ve böylece hayat sürmek yoktur. Ki, bu çok büyük bir musibettir. Sevdiğimiz alimleri pazarlamayacak ve satışa sunmayacağız. Hiç bir alimi putlaştırmayacağız. Sadece bilmediğimiz konularda bilenlerden yararlanacağız. Bu bilenler de hiçbir zaman bir tek kişiden ibaret değildir.

7- İlim konusunda mesafe aldığımızda ve delilli olarak insanların hatalarını tesbit ettiğimizde, güzel bir üslub ile onları uyaracak ve ölü ya da diri hiç kimsenin hatasına uymayacak ve insanları da -hele ki din adına- onların hatalarına uymaya davet etmeyeceğiz.

8- Araştırmalarımız esnasında şahıslar sözkonusu olduğunda müsbet ya da menfi özel tercihler yapmayacak, insanların cerh ve ta'dilleri konusunda adil davranacağız. İfrat ve tefritten kaçınacağız.

9- Araştırmalar esnasındaki notlarımızı, bulgularımızı ve araştırma sonuçlarımızı yazı ile kayd edecek ve gerekli bilgileri daha sonra kolay kullanım imkanı elde etmek için sistematik fişlemeler yapacağız. İmkanımız varsa bu çalışma için bilgisayar kullanacağız.

10- Öğrendiğimiz ilmi ve bilgileri Allah (cc)'ın rızası yolunda kullanacağız. Bilmediklerimizi bize öğrettiği için Allah (cc)'a hamd edeceğiz. İslami ilimleri öğrenmemize vesile olan kimseleri putlaştırmayacak, onlara karşı aşağılık kompleksine kapılmayacak; ama her zaman için onlara teşekkür ve dua ederek mütevazi ve edebli tavırlar takınacağız.

11- Öğrendiğimiz sahih bilgileri, delilleriyle birlikte başkalarına da öğretecek ve tüm insanlığın istifadesine sunacağız. Çünkü ilmin zekatı öğretmektir ve paylaştıkça eksilmeyen tek şey Bilgi'dir.

12- En önemlisi öğrendiklerimizle ihlaslı olarak amel edeceğiz, bilgilerimizi pratiğe aktaracağız ki, kitab yüklü eşşekler (62/5) gibi olmayalım. İman salih amelden ayrılmaz. Daha önce de söylediğimiz gibi Allah (cc)'ın bize bilmediklerimizi öğretmesi buna bağlıdır.

13- İlim öğrenme hususunda kibirli davranmayacak ve doğru olmaklığı kaydı ile, kimde ve nerede ilimden ne bulursak öz malımızı kaybedip de sonra bulmuş gibi onu alacak ve sahibleneceğiz. Ancak gece kuşu gibi her topladığımızı düşünmeden, sorgulamadan sahiblenmeyeceğiz. Arı gibi olacağız.

14- Te'vili kendimize gelmeyen ve ilmimizle kuşatamadığımız gerçekleri yalanlamayacağız. Bizden öncekiler te'vili kendilerine gelmeyen ve ilimleriyle bilgisini kuşatamadıkları şeyleri yalanladılar. Onlardan olmayacağız ve onların akibetlerinin nasıl olduğunu düşünecek, ibret alacağız. Allah (cc) bizi buna çağırıyor ve yine Allah (cc) onları zalimler olarak Kitabı'nda nitelendiriyor (10/39)

15- İslami ilmleri öğrenme ile ilgili olarak, bu konu ile direkt ya da dolaylı bağlantılı diğer şartlara, edeb ve ahlak ölçülerine titizlikle riayet edeceğiz.
Bu ölçülere riayet edersek inşaAllah (cc) dinimizi gereği gibi öğrenmemiz ve hakta isabet etmemiz mümkün olur. Şübhe yok ki, Allah (cc) kendisine gereği gibi yönelen kullarına hidayet eder (13/27). O (cc) kulları için zulm eden değildir (3/182, 8/51, 22/10, 41/46, 50/29).

"Tagut'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelen kimseler için müjde var. Müjdele kullarımı! O kimseler ki, sözü dinlerler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah' ın kendilerine hidayet ettiği kimselerdir. Ve işte onlar akıl sahibi olanlardır." (39/17-1Cool

"Onların dualarının sonu: Hamd Alemlerin Rabb'i Allah (cc) içindir." (10/10 )
_________________
Muhammed Fatih Ergün
www.mfe.name
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et MSN Messenger
www.turkiyespot.com ucuz hosting
www.turkiyespot.com ucuz hosting





MesajTarih: Cum Hzr 27, 2008 11:12 am    Mesaj konusu: Advertisement Links

www.turkiyespot.com iyi Hosting vps vds radyo iyi reseller, kaliteli hosting, kaliteli host, kaliteli vps, iyi vps

Başa dön
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    www.turkiyespot.com web sayfası kontrol panelleleri yardımlaşma forumları Forum Ana Sayfa -> KALEM-KELAM Tüm zamanlar GMT +2 Saat
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group
Türkçe Çeviri: phpBB Turkey & Erdem Çorapçıoğlu