www.turkiyespot.com web sayfası kontrol panelleleri yardımlaşma forumları Forum Ana Sayfa www.turkiyespot.com web sayfası kontrol panelleleri yardımlaşma forumları
ucuz hosting domain kontrol panelleri yardımlaşma forumları
 
 SSSSSS   AramaArama   Üye ListesiÜye Listesi   Kullanıcı GruplarıKullanıcı Grupları   KayıtKayıt 
 ProfilProfil   Özel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapınÖzel mesajlarınızı kontrol etmek için giriş yapın   GirişGiriş 

Selefilik ve El-Kaide Üzerine l M.F.E.

 
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    www.turkiyespot.com web sayfası kontrol panelleleri yardımlaşma forumları Forum Ana Sayfa -> KALEM-KELAM
Önceki başlık :: Sonraki başlık  
Yazar Mesaj
M.F.E.



Kayıt: 25 Hzr 2008
Mesajlar: 80
Konum: Administrator

MesajTarih: Prş Hzr 26, 2008 8:18 pm    Mesaj konusu: Selefilik ve El-Kaide Üzerine l M.F.E. Alıntıyla Cevap Gönder

“Selefîlik” ve “El-Kaide” Üzerine
The Associated Press - Selcan Hacaoğlu
Muhammed Fatih Ergün

(14 Eylül 2005, Çanakkale)


The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

Sayın Ergün, telefon konuşmamıza istinaden aşağıdaki soruları cevaplayabilirseniz sevinirim. Haberin konusu Terörizm ile mücadele çerçevesinde El-Kaide. Ancak, böyle bir haberi hazırlarken çok özetle de olsa, özellikle Selefîlik hakkında bana yardımcı olacak doğru bilgiye ihtiyacım var. Aşağıdaki soruların bazılarında, eğer ce-vaplarsanız, isminizin kullanılmasını istemeyebileceğinizi düşünerek iki gruba ayırdım.


BİRİNCİ BÖLÜM

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

1. Arzu ediyorsanız, sizi nasıl tanıtabilirim? Bir de “mucadele.com” web sitesini sizin kendi deyiminizle nasıl tanıtmak gerekir? Cahilliğimi bağışlayın lütfen.

Muhammed Fatih Ergün:

1968, Zonguldak doğumluyum. Geleneksel din anlayışına sahip bir ailenin çocuğuyum. Klasik çizgide de olsa İslam’la tanışmama aile ortamım ve mahalle mescidi vesile olmuştur.

Sözünü ettiğim tanışma dönemi, çocukluk yıllarımıza tekabül eden “12 Eylül” öncesi yıllardı. İhtilalin olduğu yıl 12 yaşımda olmama rağmen, darbeyi, darbecileri ve onların ideolojisini sorgulamıştım. Türkiye ise onları geçen gün bir yürüyüşle sorguladı ve yargılanmalarını istedi. Bence 25 yıldır yapılabilen en nitelikli sorgulama buydu. Bununla birlikte, İslâmi cemaat lideri olarak bilinen kelli-felli zevâtın “mezhep kavgası” yaptığı o günlerde, er-genlik yaşına yeni girmiş bir çocuk olmama rağmen İran İslâm İnkılâbını destekliyor, mü’minlerin yanında (safında) yer alıyor ve Amerika’yı tel’in ediyordum.

Düşünce planında “doğru (bulduğum) bir çizgi” ile buluşmamın çok net bir tarihi yoktur, bu benim için kutlu (olduğuna inandığım) 25 yıllık bir süreçtir ve devam etmektedir.

Kitabevlerinin moda olduğu yıllarda, yaşadığım şehirde önce küçük bir kitabevim oldu. Ardından dünya çapında İslâmi yayınların dağıtımını yaptığım bir kitap kulübü işlettim (Tevhid Kitap Kulübü/Zonguldak). Uzun yıllar “Tevhidi Çekirdek” adında İslâmi bir dergi yayınladım. Aynı süre içerisinde “Açık Uyarı” adında yayınladığım dergi ile Türkiye’de yaşayan İslamcı grup liderlerini alenen ve sert bir dille tenkit ettim. Bunlardan hatırı sayılır bir tanesinin -ki o daha sonra vefat etmiştir, Allah rahmet ve mağfiretiyle karşılasın- sahih bir inanç ve yöntemle buluşmasına (tevbesine) vesile olduğumu sanıyor ve bununla mutlu oluyorum. Daha sonra yayınladığım “Nisa” adında bir dergi ile geleneksellikle modernite arasına sıkışmış ve kendi kimliğini yitirmiş kadınlara şahsiyet kazandırmaya yönelik yayın bazında teorik gayretlerim oldu. O dönemdeki bu teorik gayretlerimize tanık olan ve bunlardan istifade eden iki önemli isim şimdilerde Türkiye’de kendilerine sözü geçen çevrelere bunları ders, seminer ve uygulamalı eğitim olarak işlemektedirler. Mütevazı imkânlarımızla teorik bakımdan temellerini attığımız gayretleri kurumsallaştırmışlardır.

8 yıldan bu yana Internet üzerinden e-ticaretle uğraşıyorum. Kendime özgü patentli projelerim bulunmaktadır. “Net-Pa” Internet Marketing Center (1998) ve Rabve Bilişim, İletişim ve Bilgi Hizmetleri (2003) adında iki ayrı firmanın sahibiyim. Konya’da ikamet ediyorum.

“mucadele.com” sitesinin yayınladığı haberleri değerli buluyorum. İnsanların istifadesine sunduğu bilgiler, sesli ve görsel araçlar bakımından takdire lâyık. Bunun da ötesinde kalplerinde taşıdıkları niyet ve değerler, uluslar arası şer güçlerine karşı olan öfkeleri benim için daha da kutlu. Bu tasviplerimle birlikte kendi içimizde (“müslü-manlar arasında” demek istiyorum, belli bir yapılanmayı kastetmiyorum) tenkit edebileceğimiz, kamuoyuna indirgenmesini ilkesel açıdan doğru bulmadığım bazı eksiklikler, geleneksel yaklaşımlar ve zaaflara da sahipler. Bunların ise samimi bir şekilde kendi aramızda tartışılması gerekmektedir.

Kanaatime göre, “mucadele.com” sitesi El-Kaide’nin veya başka bir yapılanmanın (bu kelimeyi özellikle kulla-nıyorum, “örgüt” kelimesi bana hiç sevimli gelmemiştir, sempatik bulmamışımdır) resmi sitesi değildir. Bu doğ-rultuda, böyle görmemizi gerektirecek kendilerinden bir açıklama yapılmamıştır. El-Kaide yönetimi Türkiye için böyle bir siteyi resmi olarak sahiplenmiş değildir. Türkiye şartlarında buna ihtimal vermek de güçtür. Ancak, her müslüman gibi kendisini müslümanlara ve mazlumlara “taraf”, zalimlere ise “karşı taraf” görme anlayışın-da/yürekliliğinde olan bireysel gayretler olarak görüyorum, böyle çalışmaları. Ayrıca, bir kişiye veya bir toplu-luğa sempati duyan, onları haklı gören, davalarını destekleyen kişi ve çalışmaları bir yerlere mutlak olarak “nispet etmeyi”, onları “adlandırmayı”, “kökü dışarıda mihrakların uzantısı olarak görme” basitliğini bırakmak gerektiği kanaatindeyim ki, zaten bu tür yakıştırmaların modası çoktan geçti, artık itibar da görmüyor.

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

2. Türkiye'de “selefilik akidesini” benimseyenler kimler? Neden?
Ve bunların tahmini sayıları ne kadardır?

Muhammed Fatih Ergün:

Bir espri ile başlamak isterim cevabıma: Bu sorunun ilk ve son kısmına cevap vermek benim değil, anketörlerin işidir. Mesleğinde uzman anketörler, -eğer yapacakları çalışmaya emek verirlerse- kuşkusuz bu tespitleri daha doğru yapacaklardır. Ayrıca soruların doğru cevabını bilsem bile, Emniyet görevlilerinin işine göz dikmek/mes-leğine ortak olmak istemem. Bu konuda “Bilir Kişi” olarak da atanmış değilim. Yetkisiz ve atamasız olarak yapılacak bir araştırmanın “ilmî değeri” olsa bile, “hukukî değer”den ve “genel kabul”den uzak olacaktır. “Genel kabul”den uzak olacak bir değerlendirmeyi de haber yapma amaçlı gerçekleştirilen bir röportajda kullanmak doğru olmayacaktır. Dahası… “Taraf” olmadığım taraflara rapor vermek benim tarzım olmaz!

“Selefîlik akidesi neden benimseniyor?” şeklindeki soruyu ise yanıtlamak isterim: “Selefîlik” bir örgüt içeriği ve adı olmaktan ziyade öncelikle bir “nispet”tir. Bu “nispet”le, teknik olarak iman ve eyleme (salih amel) dönük hususlarda “Hz. Peygamber ve arkadaşlarının yolunu izlemek”, “ilk dönem müslümanlarının izinden gitmek” kastedilir. Niyet bakımından burada bir problem yoktur. Çünkü düşüncesi ve çizgisi farklı da olsa, kendisini çeşitli mezhep, meşrep ve tarikatlara ait olarak da görseler, her müslüman kendisini en azından teorik olarak “Hz. Peygamber ve arkadaşlarının yolu”na, “ilk dönem nesli”ne nispet eder. Ancak bu “nispet” sadece “nispet” olmaktan çıkmış, “mezhep” olmuştur. Her ne kadar selefîler kendilerini “mezhepsiz” olarak da takdim etseler sonuç değişmez, bu onların bir tercihidir, ama kendileri için ortada olan bir pardokstur.

Selefîlerin yaptığı davet ve mezhep(lerinin) propagandası sonrasında, bu davet ve propagandanın etkisinde kalan samimi insanlar “Hz. Peygamber ve arkadaşlarının yoluna uyma” adına bu mezhebe sempati duymaktadırlar. Ki bu söylem, her müslümanı cezbedecek bir söylemdir, bir dönem beni bile cezbetmiştir. Çünkü “selefîyye mezhebi”ne mensup müslümanlar, sair müslümanlar için de çok değerli olan “Kur’an” ve “Sünnet” gibi iki cazip argumanı davetlerinde malzeme ve slogan olarak kullanmaktadırlar.

Geleneksel çizgiden kurtulma ve bilinçlenme yolunda “Selefîlik” geçici bir sıçrama tahtası olarak kullanılırsa, insan ufkunun açılmasına kısmen vesile olabilir. Nispeten bu durum bir radikallik olarak (belki) alınabilir/al-gılanabilir. Diğer mezhep takıntılarında olduğu gibi, selefîlik de “tek hak mezhep (yol)” olarak algılanırsa hata edilir. Zira bu mezhebin de hem usül bakımından, hem de teferruatta zaafları ve açmazları bulunmaktadır. Bun-lar müstakil çalışmalarla izah edilebilir. Ayrıca işin bu boyutu ne yaptığımız röportajın konusudur, ne de yapa-cağınız haberin.

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

3. Selefiliği radikal bir akım olarak algılamak doğru mu?

Muhammed Fatih Ergün:

Öncelikle şunları bilmek gerekir: “Selefilik” tek versiyona sahip bir çizgi değildir. Kendisini ilk dönem müslü-manlarının yoluna nispet eden ve bu isimlendirmeyi uygun bulup kullanan, birbirinden farklı, birbiriyle problemi olan, hatta birbirini tekfîr eden (kâfir olmakla itham eden) selefî gruplar vardır. Selefî grupların içinde kendi aralarında bu tekfirleşmeyi yapan liderler bile bulunmaktadır. Dahası, derdi hakikaten ilk dönem müslüman-larının yolunu izlemek olan “samimi selefîler” olduğu gibi, dini satarak, davetlerini satarak, yakın arkadaşları ile olan hukuklarını satarak, Kur’an ve Sünnet pazarlayarak geçinen “istismarcı selefîler” vardır. Bunlara bir maka-lemde değinmiş ve Türkiye için (değeri değil de) istismarı bakımından önemli sayılan bir ismi açıkça deşifre etmiştim (“mucadele.com” sitesinde makalelerimin arasında yayınlanmaktadır) . Bu tipler, selefîlerin kendi için-de bile tutulmaz, itibar görmez, hatta kendi aralarında (selefî değil) “telefî” (telef olmuşlar/telef olanlara uyanlar) gibi bir isimle anılırlar. Bu tipler “radikalizm” gibi bir tanımlamadan da çok uzaktırlar.

Geleneksel çizgiye göre/ona oranla -ki, bu ifademden “mezhep” ve “tasavvuf/tarikat” çizgisini kastediyorum- selefîliği radikal olarak değerlendirmek mümkündür. Ancak burada kullandığım “radikal” tanımlaması, hamâseti fazla müslümanları “radikal akım” olarak adlandıran egemen güçlerin ve medyanın tanımlamasından çok daha farklıdır. Zira bu anlamda selefîler bana göre “radikal bir akım” değillerdir. Ben burada “radikal” kelimesinin kullanımına kısmen cevaz verirken, haklarında yaptığım değerlendirmede daha adil olabilmek kaygısıyla sadece “gelenek çizgisine göre biraz daha bilinçli” anlamında kullanıyorum.

Arap toplumunun içinden çıkan, hem yöresel katkılar hem de dini tercihlerle selefî bir çizgiyi hayatında takip etmiş, Kâ’be Kıyamı’nın (1979) lideri Cuheyman el-Uteybî, Mısır et-Tekfir ve’l Hicre grubunun imamı Mustafa Şükrü veya son zamanların âfişe ismi Usame bin Ladin gibi müslümanlar sebebiyle klasik çizgideki selefî mez-hep mensuplarını -kimi radikal tavırları bulunsa bile- egemen güçlerin ve medyanın tanımlamasıyla (bu anlam-da) “radikal” olarak görmek ciddi bir hata ve araştırma eksikliğidir. Selefî mezhebin kurumsallaşmış şekline taraftar olmamaklığımla birlikte, böyle bir “radikal tanımlaması” ile onları tanımlamak, kendilerine haketme-dikleri bir pâye vermek olacaktır. Böyle bir tanımlama ile onları mahkûm etmek de kuşkusuz kendilerine zulüm ve eziyet anlamına gelecektir. Yukarıda saydığım isimlerin ve benzerlerinin “selefîlikleri” yöresel kültürlerin-den “radikallikleri” ise kendi samimiyetlerinden ve tercihlerinden kaynaklanmaktadır. Bunu genellemek doğru olmayacaktır.

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

4. El-Kaide'nin ve Türkiye'deki olası taraftarlarını bir araya getiren nedir?

Bu sorunuzun “iman”, “cihad ibadetini ifâ etme”, “şehid olma ve Allah’ın rızasına ulaşma arzusu”, “gördükleri zulümden bunalma/usanma”, “gördükleri zulüm karşısında misilleme yapma, cezalandırma/ders verme niyeti”, “Amerika’nın zulümlerine ve global taşkınlıklarına son verme”, “ülkelerine yapılan tecavüzler, savaşlar, zulüm-ler gibi gözleri önünde cereyân eden yöresel olaylar” gibi pek çok yanıtı vardır. Doğru bir sonuca varmak için de bunların tek tek ve “parçacı bir yaklaşım”la değil, bilakis kendi bütünlüğü içinde, kendi koşullarında ve global şer odaklarına taraftar olmadan okunması gerekmektedir (kanaatindeyim).

Yapılanmanın Türkiye’deki “olası taraftarları” konusuna gelince… Birkaç müslümanın “Amerika’nın zulümleri-ne karşı çıkma” ve “müslümanlara/mazlumlara taraf olma” anlamında ilgi ve sempatisinden öte organik veya eylemsel anlamda bir taraftarlığın Türkiye şartlarında söz konusu olmadığını düşünüyorum.

Genellikle bu tür “yakıştırma” ve “giydirmeler” ya “fail-i meçhullere fail tedariki” olarak ya “derin devletin he-def saptırması” olarak ya da “Türkiye üzerinde hesaplar yapan süper güçlerin bu topraklarda oynattığı senaryolar olarak” karşımıza çıkmıştır.

Ayrıca bir oyun oynanıyor her zaman: Zalim çıkarları için zulmetmek istiyor. Güçlü birini ezmek veya mahkûm etmek istiyor. Buna haklı bir gerekçe de bulamıyor. Bu durumda bir düşman üretiyor. Onu hedef haline getiriyor. Ona suç işletiyor veya kamuoyunu ikna edebilecek bir iftira ile kitle iletişim araçlarını kullanıyor. Bu uğurda ciddi ölçek-te bütçe tahsisi de yapıyor. Sonra kendi ürettiği düşmana ve onun yaşadığı topraklara “haksız yere” saldırıyor. Saldırıya uğrayanlar savunmaya geçince, onlar hakkında “terörist” propagandası yapıyor. Kendisinin yaptığı ise “Barış Harekâtı” oluyor. Zalim savaşı propaganda ile kazanıyor. Bence meselenin özü burada aranmalı.

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

5. Şu anda El-Kaide davasında yargılanan sanıkların hemen çoğunluğunun Selefilik akidesini benimsedi-ğini söylemesi ve İslâmiyeti yorumlama tarzlarının, terör ve şiddeti cihad için makul mücadele araçları olarak görmelerini sağlamış olabilir mi?

Muhammed Fatih Ergün:

Bence -istisna niyetler olsa bile- bunun tek cevabı vardır: “İman”. İman etmiş ve imanında samimi bir insandan başkasını ölüme gönderemezsiniz. İman etmemiş bir insan ölmek istemeyecektir. Oysa bunlar gözünü kırpmadan “şehadet aşkı” ile ölüme gidiyorlar. Ölüme giden bir insan psikolojisini başka ne ile izah edebileceksiniz? Kendi içinde hataları, zaafları, sorgulanması gereken yanları olsa bile -ki bana göre vardır- bir davaya inanmış olmak ve bu inançta samimi olmak en başta gelen etkendir. Bununla birlikte her yapılanmanın içine bir “menfaat beklentisi”, “bir çevreye ait olma duygusu” gibi farklı neden ve niyetlerle girilebilir. Bunlar istisnadır.

Buradaki inancın içeriği ise yapılanmanın içinde yer alan müslümanlara göre şudur:

“Yeryüzüne hükmeden egemen güçler kendi çıkarları için Allah’a başkaldırmışlar ve müslümanlara düşmanlık etmektedirler. Yeryüzünde müslümanlar zulme uğramaktadır. Toprakları işgal edilmekte, kanları akıtılmakta, malları yağmalanmakta ve ırzlarına tecavüz edilmektedir. Amerika, müslümanların topraklarına yönelik “Çağdaş Haçlı Seferleri” başlatmış ve azgınlıkta ileri gitmiştir. Kendi zulmünü örtmek için de, zulmettiği müslümanlar-dan kendisine karşı “nefsi müdafaa” veya “misilleme” yapan müslümanlara “Terörist” demektedir. Bununla kirli yüzünü temiz göstermek istemekte, müslüman ülkelere yaptığı saldırı ve savaşlara gerekçe aramakta, müslü-manları küçük düşürmeye ve terörist göstermeye çalışmaktadır. Müslümanlar ise hakkını aramakta, bu zulümlere son vermek istemekte ve zalime başkaldırmaktadırlar. Eski S.S.C.B’nin Afganistan’a yönelik saldırısında o dö-neme özgü hesapları ile Afganistan’da müslümanları destekleyen Amerika ve CIA, şimdilerde ise o dönemde desteklediği müslümanları “terörist” olarak ilan etmiştir. Zira Amerika’nın tek bir değer yargısı vardır: “Dünya-nın tek hakimi olmak!” Bu gidişe dur denilmeli, bu büyük zulüm engellenmelidir. Bu doğrultuda yapılacak gayretler “cihad”, bu gayrete sahip müslümanlar “mücahid”, bu gayret üzerindeyken ölenler ise “şehit”tir.”

Burada zikretmek istemediğim kimi hatalarını ve sivillere yönelik her saldırısını doğru bulmasak bile, yukarıdaki açıklamalar El-Kaide’nin temel bakış açısını oluşturmaktadır. Yapılanmanın resmî yetkilileri de yorumu gerek-tirmeyecek ifadelerle çok açık bir şekilde bu düşüncelerini seslendirmektedirler. Bence bu niyetlerinde de sa-mimidirler. Nitekim sözünü ettiğim bu samimiyet, yapılanmanın önündeki isim Usame bin Ladin’in görüntülü konuşmalarını dinleyenler tarafından rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Müslümanlara yapılan zulümleri ve katliâm-ları anlatırken duyduğu hüzün sesine, yüzüne ve beden diline yansımaktadır. Normal yaşam seyrinde de (savaş hali dışında) merhametli, rikkatli bir insan olduğu tereddüde mahal bırakmayacak şekilde anlaşılmaktadır. Tav-siye ederim, bir de bu gözle izleyin/dinleyin.

Sonuç olarak: Yapılanmanın içinde yer alan müslümanları bir araya getiren etkenlerin “selefilik”, “mezhep” vs. gibi ikinci, üçüncü derece etkenlerden öte, öncelikle “iman”, “saldırıya uğramış topraklarını savunma” ve “zul-me son verme” gayreti olduğunu düşünüyorum (İngilizlerin Çanakkale’den girmek istediklerinde Türk halkının gayreti gibi). Bunu Afganistan topraklarına Amerika tarafından saldırıların düzenlendiği ilk dönemde (2001), Usame bin Ladin’in “Bu terörse eğer, kuşkusuz zalimi zulmünden men’ etme terörüdür (Mota-mot Arapça ifade-siyle: Li-defi’z zâlimi an zulmih)” şeklinde yaptığı açıklamasından da anlıyoruz . Ben bu kanaatimi vaktiyle bir-kaç kez Emniyet Müdürlükleri’nin TEM ekiplerine ve bazı istihbarat yetkililerine de ifade etmiştim, makul bul-duklarını ve ikna olduklarını sanıyorum (en azından açıklamalarıma itiraz etmemişlerdi).

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

6. Sizce El-Kaide Türkiye'de yeni saldırılar düzenleyecek mi ve neden?

Sanmıyorum. İhtimal vermiyorum. Temenni etmiyorum. Türkiye’deki yapılanmaları iyi bilen bir insan olarak Türkiye’de böyle ciddi bir potansiyel de görmüyorum. Daha önceki eylem isnatlarının da onlara bir “giydirme” olmasını temenni ediyorum . Eğer bunları yapanlar kendilerini El-Kaide’ye nispet ediyorlarsa, bunu da sadece bir “nispet” olarak düşünüyor, ayrıca “provakasyon olma” ihtimalleri üzerinde de olasılık hesapları yapıyorum. Suçlunun ve mütecavizin kendisini hedef almayan, suç ve tecavüz ile alakasız sivillere yönelik yapılabilecek saldırıları meşru bulmuyorum. Usame ve beraberindeki her aklı başında müslümanı bu tür cinayetlerden tenzih ediyorum. Zira “İslam” literal anlamıyla “selamet”, “esenlik”, “barış” anlamlarına gelir. İçerdiği hüküm ve esas-lar bakımından da “öldürmez”, “diriltir” ve “yaşatır”. Bir kişinin haksız yere öldürülmesini bütün bir insanlığa yönelik cinayet (insanlık suçu) olarak algılar (5/32). Hele ki gerekiyorsa İslam’a davet edileceği yerde -haksız yere- öldürülen bir insanın kanını akıtmanın hiçbir yasal gerekçesi olamaz vahye göre.
İKİNCİ BÖLÜM

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

1. Bu davada yargılananlar arasından tanıdıklarınız var mı? Varsa hangi ortamlarda bir araya geldiniz?

Muhammed Fatih Ergün:

“Haber için gereksiz” ve “maksadı aşan” bir soru olarak gördüğüm için bunu geçiyorum.

Dirayetime ve çekingen/korkak bir tip olmadığıma da beni yakinen tanıyanlar tanıktır. Hatta buna ciddi muhalif-lerim bile vaktiyle çok şehadette bulunmuşlardır. Bu soruyu geçmemin nedeni, soruya verecek cevabımın olma-ması değildir. Ancak, soruyu, soru stilini ve bu sorunun sorulmasını uygun bulmadığım için yanıt vermek istemi-yorum. Bana bu soruyu polis bile soramaz, sevgili kardeşim.

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

2. Tüm dünyada olduğu gibi, istihbarat birimleri Türkiye'de olası yeni El-Kaide saldırılarını önlemeye çalışıyor? Sizce başarılılar mı? İzleme ve yakalama şansları var mı? Varsa ya da yoksa neden?

Muhammed Fatih Ergün:

İstihbarat birimlerinde ses var, görüntü yok bu konuda. Zira Türkiye için bu görüntüyü bir gerektiren bir durum yok. Ama “seslendirmeyi gerektiren” durum var. Lütfen üzerinde daha ciddi düşünün.

Amerika yeryüzünde ilahlığa soyunmuştur. Kendisini Allah’a rakip görmektedir. Bu nedenle Allah’a ait sıfatla-rın birçoğunu kendinde de görmek istemektedir. “Allah görüyorsa, bende görürüm”, “Allah biliyorsa, ben de bilirim”, Allah gözetliyorsa, ben de gözetlerim”, Allah’a hiçbir şey gizli kalmıyorsa bana da gizli kalmaz”, “Allah kahrediyorsa ben de kahrediciyim/yokediciyim” gibi bir sapkınlığa (dalâlet) ve haddi aşmış bir tavra (tuğyân) sahiptir. Bu amacına giden yolda da kapasitesi oranınca her bir aracı edinmiş, daha fazlasını da edinme-ye çalışmaktadır.

Bugün Nasa’nın bir hizmeti ile uydular aracılığı ile Internet üzerinden yeryüzü denetleniyor, hizmetin reklamın-da da “Ücra bir vadinin, kuytu bir köşesine eğilerek gizlenmiş bir firârînin imajı” kullanılıyor. Bu makro örneğin iki mikro versiyonu bizzat gördüğüm iki ilde Türkiye’de de kullanılıyor (Muhtemel diğer pek çok ilde de vardır): İstanbul kamerayla izleniyor, Çanakkale’de Anafartalar Polis Merkezi Amirliği, şehir merkezini kamera ile izliyor, log kayıtları tutuyor ve bu işe tahsis edilmiş özel ekipler bilgisayar başında görev yapıyor. İktidarın da bu konuda önemli yatırımları ve gayretleri var.

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

3. El-Kaide'nin güvene dayalı hücre yapısı, gerçekten dışarıdan delinebilir mi? Bu ne kadar zor?

Muhammed Fatih Ergün:

El-Kaide’nin hücre yapısına bizzat tanık olmadğım için bir şey diyemeyeceğim. Ciddi konularda bilgisi olmadığı halde konuşan pek çok insan ve yazar şöhret oluyor Türkiye’de. Bunlar tahmin ve hayallerini seslendirdiklerinde iyi prim de yapıyorlar. Benim böyle bir gayretim yok, hiç olmadı da… Yaptığım açıklamalar bildiklerim ve inandıklarımdı. Sorulduğunda kanıtlayabileceklerimdi. Yanıtlarımı dikkatle okuyun, “attığım” veya “tutturmak istediği” bir şey yok, hepsi somuttur. Sevmem de “bir bilgi üzerine olmadan konuşmayı”. İlkelerim ve ait olduğum kültürel değerlerin bana kazandırdığı terbiye ile de örtüşmez böyle bir tavır. O yüzden bu sorunuza yardımcı olamayacağım.

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

4. Polis ve diğer istihbarat birimleri hangi metodları deniyorlar? Bu çerçevede Selefi akidesini benimse-yenlerin kendi içlerine daha kapanık, şüpheci ve ketum olduklarını söylemek doğru mu?

Muhammed Fatih Ergün:

Beraber çalışmıyoruz, bilemiyorum. Onlara sormak lâzım bunu. “İçe kapanık”, “şüpheci” ve “ketum” olmak bir mezhebin kuralı veya tavrı olmaktan ziyade bazen psikolojik bir hal (bir hastalık/problem), bazen de bir gerekli-lik olabilir. Selefi mezhep mensupları, -tabi versiyonlarını da göz önünde bulundurmak gereklidir- bu özellikler-den bazılarına sahip olabilirler. Ama Hanefilerin veya başka ideoloji mensuplarının da bu tür tavırlarının olması mümkündür.

“İçe kapanık” olmayı ele alacak olsak… Mesela T.C. Emniyet Müdürlükleri’nin tavrı. “İçe kapanık” bir yapısı vardır. Ben, benim için tutulan G.B.T. kayıtlarına ulaşamıyorum. Sadece görevlilerin yetkisi dahilinde bu. “Gizli Evrak” kaşesi basılan yazışmalara da aynı şekilde vatandaşın vakıf olması engelleniyor. Oysa o evrak benim hakkımda tanzim edilmiş. Belki de bu durum Emniyet için (kendi içinde) “bir gereklilik”.

“Şüpheci olma” konusunda T.C. Emniyet mensuplarının üzerine bir başkasını tanımıyorum (abartmıyorum, ör-nekleri de var bende). Bugün Türkiye’de bir zanlının suçu kanıtlanana kadar suçsuzluğu esas alınması gerektiği halde, Emniyet’te sorgulanıyorsanız eğer, sorgu üslubunda çoğu zaman töhmet altında kalıyorsanız. Mahkemede hâkim tarafından bile sorulamayacak sorular, yapılamayacak bir yargı ve karşılaşmayacağınız rencide içerikli tavırlarla karşılaşıyorsunuz. Hatta öyle ki çıkarken “mahkeme bile bitti” zannediyorsunuz, çünkü oradayken zaten suçlanmış, itirafa zorlanmış ve (âdetâ) yargılanmışsınız. Tüm iyileştirme ve ıslah çabalarına rağmen Emniyet bu zaaftan kurtulamamıştır. Bu zaaf sebebiyle pek çok kez bizzat ben mağdur oldum, son mağduriye-timi de bir dilekçe ile ilgili resmî makamlara ilettim. Cevap verme vakti geçti, “Bilgi Edinme Yasası”ndaki haklarımız ihlal edildi, başvuru yaptığım ilgili merci sorumluluğunu yerine getirmedi. Şimdi ise bir üst makama iletip ardından da dava açmaya hazırlanıyorum.

“Ketum”luk da öyle. Her insanın, her grup ve ideoloji mensubunun “gizli” tarafları vardır, olabilir. Herkesin “kendisine göre” bir “mahremi” vardır. Bunlar selefîlik gereği olan şeyler değil. Bence bu sorularda “mezhep (selefilik)” ile El-Kaide (yapılanma) birbirine karıştırılıyor. Bunu da sizin 1. sorunuzdaki mütevazı ifadenizde buyurduğunuz gibi “cehaletinize veriyorum” .

Aynı cehalet Türkiye’de Emniyet Müdürlükleri’nde de söz konusu. Selefîlik Türkiye’de birkaç “ayak takımı” sayılabilecek insanla tanındı. Bu durum “selefiyye mezhebi” için de su-i şöhret oldu aslında. Bu kötü şöhretten mezhep mensuplarının kendilerini arındırmaları (kendileri açısından da) bir zarurettir.. Bu “yanlış tanıma”dan Emniyet Müdürlükleri de nasibini aldı. Belirgin iki örnek verecek olursam: “Selefilere yönelik operasyonlar” adı altında “Ebû Said el-Yarbûzi” kod adlı “Mehmet Balcıoğlu” adındaki din tüccarını ve onunla irtibatı var diye başka bir ilde mukîm ve yiyecek ekmeği bile olmayan yoksul bir insanı gözaltına alarak, hazırladıkları fezle-kelerle tutuklanmalarını sağlayarak imaj kaybediyorlar (Antalya İl Emn. Müdürlüğü, ve Kayseri İl Emn. Müdür-lüğü, 2002 yılı “Selefîler Operasyonu kapsamındaki olaylar).

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

5. “mucadele.com” dışında tavsiye edebileceğiniz başka bir site, İstanbul'da bir isim ya da bir vakıf var mı?

Muhammed Fatih Ergün:

Eskiden “cihad.net” vardı. Hosting sıkıntıları yaşadığı için kapandı.

Sizin için zorunlu bir gereklilikse eğer, İstanbul’daki isimleri -varsa eğer- kendiniz araştırmalı, iletişimlerini ise, Telekom Rehberi, Koski ve Tedaş kayıtları, GSM operatörleri gibi iletişim datalarının tutulduğu yerlerden resmi yollarla elde etmelisiniz. Vakıflar için de “Vakıflar Genel Müdürlüğü”ne danışabilirsiniz. Bu konuda (organik bir bağlantım olmadığı için) bilgim yok. Kütük kayıtlarını da tutuyor değilim. Kaldı ki bilgim olsa(ydı) bile, “ücretsiz dedektiflik” yapmak istemezdim. “Ücretli” olarak talep edilse de yapmazdım, zira mesleğim bu değil. Yapmazdım, yapmak istemezdim; çünkü “bana ait olmayan bir değirmene su taşımak” bana yakışmaz. Anlaya-cağınız o ki, “kulvar” konusu bu.


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Sayın Ergün,

Sorularımı tereddütsüz cevaplandırma nezaketini gösterdiğiniz ve içten yanıtlarınız için çok teşekkür ederim. Uyarılarınızı dikkate alacağım. Soru sorma tarzım sizi rahatsız ettiyse özür dilerim, yüz yüze yapılacak bir görüşmenin sıcaklığı olmayınca, net "evet yada hayır" cevabı alabilmenin başka bir yolu pek kalmıyor. Tekrar özür dilerim. Sizin düşünce ve bilgilerinizden yararlanmak istediğim nokta, tüm dünyada cevabı aranmayan bir sorunun -temel anlayış farkına- biraz olsun ışık tutmaya çalışmak. 11 Eylül'den sonra neden bu saldırı yapıldı sorusuna cevap aranmadığı gibi?

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

1. 11 Eylül'den sonra neden bu saldırı yapıldı?

Muhammed Fatih Ergün:

Usul açısından doğru olan yaklaşım, cürmü failine sormaktır. Cürmü işlemeye yürekleri yeten faillerin, o cürmü işleme konusundaki gerçek niyetlerini de söyleyebilme konusunda en az o kadar yürekli olmaları gerekmektedir. Değilse, bu ne yiğitlik olur, ne de mertlik!

Ancak cürme tanık bir kişi olma sıfatıyla kanaatimi soruyorsanız eğer -ki, mutlaka öyledir-, bu sorunuzun cevabı Amerika’nın kendi çıkarlarına dayalı şer hesaplarından başka ne olabilir ki?! Yoksa, Amerika’nın “Terörizm” yalanına 6 yaşındaki oğlum dahi inanmıyor. Aslında başta Amerika olmak üzere, uluslar arası şer odaklarının bu noktadaki stratejisine yukarıda (bir başka soru vesilesiyle) dikkat çekmiştim. Aynı metni aşağıya tekrar kopyalı-yorum:

“Ayrıca bir oyun oynanıyor her zaman: Zalim, çıkarları için zulmetmek istiyor. Güçlü, birini ezmek veya mahkûm etmek istiyor. Buna haklı bir gerekçe de bulamıyor. Bu durumda bir düşman üretiyor. Onu hedef haline getiriyor. Ona suç işletiyor veya kamuoyunu ikna edebilecek bir iftira ile kitle iletişim araçlarını kullanıyor. Bu uğurda ciddi ölçekte bütçe tahsisi de yapıyor. Sonra kendi ürettiği düşmana ve onun yaşadığı topraklara “haksız yere” saldırıyor. Saldırıya uğrayanlar savunmaya geçince, onlar hakkında “terörist” propagandası yapıyor. Kendisinin yaptığı ise “Barış Harekâtı” oluyor. Zalim savaşı propaganda ile kazanıyor. Bence meselenin özü burada aranmalı.”

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

2. Bu çerçevede, "seslendirmeyi gerektiren" durumu biraz daha açmanızı rica edebilir miyim?

Muhammed Fatih Ergün:

Şunu demek istedim: Türkiye’de gürültü yapmak, birilerinin çıkarları için her zaman gerekli. Zira Türkiye’de kayda değer bir ideoloji ve kayda değer bir ideolojinin samimi bağlıları olduğuna inanmıyorum. Türkiye’de olan tek şey “çıkar”dır. Türkiye’de iş gürültü ile götürülüyor, yürütülüyor. Çirkinliklerin ve fahiş çıkar hesaplarının üstü bu tür gürültülerle örtülüyor. Bunun için “seslendirme” her zaman yapılıyor/gerekli görülüyor. Ancak bu noktada görüntüye hiçbir zaman gerek yok, çünkü Türkiye’de bunu gerektirecek bir durum yok, ortada.

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

3. Irak'ta Amerikan ve koalisyon güçlerinin direnişçilerle savaşı, ve Irak'ta ölen insanların görüntüleri bu seslendirmeyi gerektiren durumu her gecen gün daha önemli hala getiriyor mu?

Muhammed Fatih Ergün:

Alakası yok. Ben bunu kastetmedim. Kastettiğim içeriği bir önceki sorunuza verdiğim yanıtta izah ettim. Üzerin-de biraz düşünmenizi rica ediyorum.

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

4. Yanlış anlamıyorsam, Müslüman bir ülke olan Türkiye'de bile devlet halkın duyarlılıklarına ilgi ve özen göstermediğini mi söylemek istiyorsunuz?


Muhammed Fatih Ergün:

Bu zaten söylemeyi gerektirmeyecek kadar kesin ve belli.

Fakat Türkiye’yi müslüman bir ülke olarak görmediğimi ve bunun sadece bir edebiyat olduğunu belirtmek iste-rim. Türkiye için “Halkında müslümanların olduğu ülke” denilebilir. Çünkü “müslüman ülke”, İslâm’la yöne-tilen ülkedir. Türkiye’nin İslam’la yönetilmediği açıktır, ayrıca bunu talep etmek, bunu gerçekleştirmek için gayret etmek hâlihazırdaki mer’i yasalara göre de suçtur.

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

5. Siz, televizyonda Amerikan askerlerinin Irak'ta yaptıklarını görünce ne hissediyorsunuz?

Muhammed Fatih Ergün:

Göğsünde bir yürek, yüreğinde de merhamet duygusu taşıyan ve “insan olan” herkes ne hissederse ben de onu hissediyorum, kuşkusuz.

Ama bu sizi neden ilgilendiriyor, yapacağınız haber için bunun faydası nedir, onu da merak ediyorum doğrusu.

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

6. İçinizden ne yapmak geliyor?

Muhammed Fatih Ergün:

Fe-Subhanallah!

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

7. Bu hislerinizi, arkadaşlarınızla paylaşıyor musunuz?

Muhammed Fatih Ergün:

Size ne ki?! Bunu da mı habere konu edeceksiniz?

The Associated Press - Selcan Hacaoğlu:

8. Bu savaş ve özellikle Amerikan askerlerinin işgali devam ettiği surece, sizce, Türkiye'de ve dünyada bu duyarlılığı taşıyan Müslümanlar, ABD, İsrail ve müttefiklerine daha çok bilenecekler midir?

Muhammed Fatih Ergün:

Elbette. Soruyu sorarken cevabını da veriyorsunuz aslında. İnsanın bozulmamış fıtratı (doğası) bunu gerektirmez mi? Sizin yaşadığınız topraklara birileri saldırsa, malınızı, canınızı, ırzınızı, onurunuzu talan etse, kutsal değerle-rinizi târ u mâr etse siz işgalcilere sempati mi beslerdiniz?

Saygılarımla,

Muhammed Fatih Ergün
14 Eylül 2005
_________________
Muhammed Fatih Ergün
www.mfe.name
Başa dön
Kullanıcının profilini görüntüle Özel mesaj gönder E-posta gönder Yazarın web sitesini ziyaret et MSN Messenger
www.turkiyespot.com ucuz hosting
www.turkiyespot.com ucuz hosting





MesajTarih: Prş Hzr 26, 2008 8:18 pm    Mesaj konusu: Advertisement Links

www.turkiyespot.com iyi Hosting vps vds radyo iyi reseller, kaliteli hosting, kaliteli host, kaliteli vps, iyi vps

Başa dön
Önceki mesajları göster:   
Yeni başlık gönder   Başlığa cevap gönder    www.turkiyespot.com web sayfası kontrol panelleleri yardımlaşma forumları Forum Ana Sayfa -> KALEM-KELAM Tüm zamanlar GMT +2 Saat
1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

 
Geçiş Yap:  
Bu forumda yeni başlıklar açamazsınız
Bu forumdaki başlıklara cevap veremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı değiştiremezsiniz
Bu forumdaki mesajlarınızı silemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group
Türkçe Çeviri: phpBB Turkey & Erdem Çorapçıoğlu